5 Ağustos 2010 Perşembe

Dolaylı Maliyet Azalmaları

Geliştirilen yeni ürün ve hizmetlerin pazara girmesi eskiye göre çok daha hızlı ve çok daha az maliyetli olmuştur. Zira, sadık müşteriler sayesinde yapılan reklam maliyeti çok daha aza inmiş ve reklam aracı olarak müşteri kullanılmıştır. "Satıcının müşteriyi etkilemesi" mantığı yerine "müşterinin müşteriyi etkilemesi" baz alınmış ve ürün yaşam eğrisinde yer alan "kar elde edilmeyen" bölge azaltılmıştır.

Müşteri ile iletişim araçlarının etkinliği ile eskiden katlanılmak zorunda kalınan iletişim masrafları minimize edilmekle beraber, doğru müşteri ile doğru konu konuşulmuş, doğru ürün satılmaya çalışılmıştır. Örneğin ev tekstili satışı yapan bir işletmede, daha önce perde almış olan müşterilerin tümüne birden e-mail vasıtasıyla bedava rustik tanıtımı yapılmakta ve eskiden katlanılmakta olan posta masrafları gibi masraflar azaltılmaktadır. Tam tersi olarak; haftasonu almış olduğumuz gazetelere baktığımızda, genelde ek olarak mobilya tanıtımı vs. gibi ekler hazırlanmaktadır. Ve bu ekler gazeteyi alan tüm okuyuculara verilmektedir. Oysaki, sadece koltuk takımı almayı planlıyan müşteriler bulunsa ve bu segment ile iletişim kurulsa, maliyetlerde çarpıcı düşüşler meydana gelecektir. Bu öneri sonrasında birçok insan, "koltuk almayı planlıyan müşteriyi nasıl bulacağız?" gibi sorular sorabilir. Esas olan teknolojiyi ve bilgiyi en etkin şekilde kullanmaktır. Örneğin bu konu ile ilgili olarak beya eşya üreticileri ile anlaşmaya gidilebilir ve "müşteri bilgi paylaşımı" yapılabilir. Nihayetinde bir buzdolabı satın alan kişi, yeni evlenen bir kişi olma ihtimali vardır -hatta yüksektir- ve potansiyel koltuk takımı müşterisi olabilir. Bunun yanısıra koltuk takımı satın almış olan kişinin, yeni evlenen bir kişi olma ihtimali vardır -hatta yüksektir- ve potansiyel beyaz eşya müşterisi olabilir. Bilgi paylaşımı ile reklam maliyetleri azalacak, hedef kitleye yönelik satışlar gerçekleşebilecektir. Aslında burada bahsettiğimiz konu tam bir çarpraz satıştır. Tek farkı tek işletme bünyesinde değil, iki şirketin bilgi paylaşımı ile müşteriye daha kaliteli hizmeti sunmaktır. Bilgi paylaşımını iş ahlakına pek uygun görmeyen işletmeler var olsada bu teknikleri uygulayan işletmelerin sayısı oldukça fazladır. Hatta bu bilgileri bir şeklide toplayıp satan şirketler doğmuş ve gelişmiştir.

1 Ağustos 2010 Pazar

Müşteri İlişkileri Yönetimi

21. y.y. ‘ı yaşamaya başladığımız bu dönemde bir çok değişimler yaşamaktayız. Değişen dünya ve değişen ekonomik düzendeki şaşırtıcı gelişmeler kavramsal alanda da köklü değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. Böyle hızlı değişimlerin yaşandığı dünyada artık geleneksel pazarlama anlayışını da değiştirmek zorunda kalmaktayız. Artan rekabet, birbirine çok benzeyen ürün ve hizmetler, farklılaştırmanın giderek zorlaşması, düşen fiyatlar ve azalan karlar işletmelerin en önemli fonksiyonu olan pazarlamayı, doğru amaçlı yapılıyor mu? sorusuyla karşı karşıya bırakıyor.

Yukarıda bahsettiğimiz değişimler işletme davranışlarını müşteri merkezli hale getirmiştir. Müşterilerle uzun dönemli ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri sadakate dönüştürmek, bu yeni akımla birlikte karlılığın anahtarı haline dönüşmüştür. Birebir ilişkiler kurmak işletmeler için yeni bir durum değildir. İnternet ve diğer iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle müşteri ile satıcı arasında birebir bağlantı kurulması mümkün hale gelmiştir. İlişki yönlü bu pazarlama anlayışı zamanla gelişmeler göstererek, müşteriyle kurulan ilişkiyi ana eksen olarak gören yeni bir pazarlama felsefesi doğurmuştur. Müşteri İlişkileri Yönetimi yada Birebir Pazarlama, gittikçe artan rekabet ortamı içerisinde işletmelerin müşterileri bulması, bu müşterileri elde tutması, onları işletmeye sadık müşteriler haline getirmesi ve bu müşterilerle kurulan ilişkilerdeki karlılık oranlarının arttırılması için bir araç niteliğine dönüşmüştür.

2.- MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ (CRM) TANIM

Yeni ekonomi diye adlandırdığımız, radikal ölçülerde değişmiş ve değişmekte olan iş dünyasında iki önemli gelişme ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi ürün bazlı stratejilerin geçerliliğini büyük ölçüde kaybetmesi ve değer yaratma sürecinin ürünün tamamen dışına çıkarak diğer hizmetlerin önem kazanmasıdır. Yani ürünün sadece kendisi değil, müşteriye nasıl ve ne şekilde ulaşacağı, müşteri ile nasıl kalıcı ilişkiler kurulacağı ve onlarla nasıl kalıcı ilişkiler kurulacağı önemlidir.

Diğer gelişme ise; kitlesel pazarlamanın önemini yitirmeye başlamasıdır. Kitlesel pazarlamanın gelişen iletişim teknolojileri sebebiyle önemi azalmaktadır. Müşteri, zaman ve mekan kısıtlaması olmaksızın dünyanın herhangi bir yerindeki satış noktasından satın alma yapabilir hale gelmiştir. Bu durum kitlesel pazarlama anlayışının tamamen değiştirilmesine yol açmaktadır ve müşteriyle kurulan birebir ilişkiye dayalı yeni pazarlama anlayışlarını karşımıza çıkarmaktadır.

CRM kavramına girmeden önce CRM’e öncelik teşkil eden ilişkisel pazarlama kavramına değinmek gerekmektedir. İlişkisel pazarlama temel anlamda, yeni müşteriler bulmaktan çok mevcut müşterileri elde tutma ve onlarla ilişkileri geliştirme üzerine yoğunlaşan stratejik bir eğilimdir:

· Bir işletmenin bireysel müşterilerini adlarıyla belirlemek

· İşletme ve müşterileri arasında bir çok işlemi  kapsayacak bir ilişki yaratmak

· Bu ilişkiyi müşterilerin ve işletmenin yararına yönetmek amaçlanır.

CRM , müşterinin söylediklerini ve işletmenin müşteri hakkında bildiklerini temel alan, müşteriye bireysel karşılık veren birebir, ilişkisel pazarlamanın bir uygulaması olarak kabul edilebilir. CRM ilişkisel pazarlama stratejilerinin uygulanmasında mevcut bilgi teknolojilerinin amaçlara uygun şekilde kullanılmasına yöneliktir. Fakat buradan CRM ‘in bir bilgisayar yazılımı olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. CRM anlayışında teknoloji bu stratejinin uygulanabilmesi için bir araçtır. Bu noktada CRM’in tanımını yapmak yararlı olacaktır. CRM, işletmenin tümüne müşteri kavramını yerleştiren, müşteri merkezli olma kültürünü benimseten bir strateji olarak tanımlanabilir.CRM uzun dönemli müşteri ilişkileri kurmayı, buna bağlı olarak da karlılığı amaç edinen bir kavramdır. Bu kavram pazarlama stratejileri ile bilgi teknolojileri arasında köprü vazifesi görür. CRM ‘i kısaca bilgi odaklı ilişkisel pazarlama kavramı olarak da tanımlayabiliriz.

3.- MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ (CRM) AMAÇLARI:

CRM’in tanımını yaptıktan sonra işletmeler için CRM’in önemini belirtmekte fayda vardır.CRM tanımında da belirtildiği gibi, CRM bir stratejidir. Strateji ile anlatılmak istenen rakiplerden farklı olabilmek için uygulanması gereken yöntemler bütünü anlaşılmalıdır. Eğer ürettiğimiz ürün diğer ürünlere benzer ise fiyatların temel maliyetleri karşılama noktasına kadar gerileyecek ve karlılık sıfıra doğru yaklaşacaktır. Yapılması gereken ürünü farklılaştırmaktır. Günümüz teknolojileri ile farklılaştırmalar daha kolay hale gelmiştir. Dolayısıyla üründe gerçekleştirilen herhangi bir yenilik rakipler tarafından çok hızlı bir şekilde taklit edilecektir. Bu farklılaştırma işine farklı bir bakış açısıyla bakmak gereklidir. Farklılaştırma çabalarına ürünü iyileştirmekten başka “müşteri ne istiyor ?” sorusuyla başlamak stratejik açıdan işletmelere rekabette önde olmayı getirecektir.

CRM ‘in amaçlarını şöyle sıralamak mümkündür:

1. Müşteri ilişkilerini karlı hale getirmek: Pazarlama ve satış departmanlarının müşteriler ile uzun dönemli ve karlı ilişkiler kurup muhafaza etmeleri sağlamak..

2. Farklılaşma sağlamak: Ürünlerin birbirine benzediği bir ortamda farklılığı yakalayabilmek, müşterileri birebir tanımak ve onlar için birebir üretim ve birebir pazarlama yapmak.

3. Maliyet minimizasyonu sağlamak: İyi tasarlanmış ve sistem yaklaşımıyla düşünülmüş bir CRM projesine ayırılan bütçenin kısa zamanda geri alınması mümkündür. Mevcut müşterilerden gelecek ilave satışlar, müşteriyi muhafaza etmenin getireceği kazançlar, satış maliyetlerinde sağlanacak tasarruf ve şirket içi iletişim maliyetlerindeki azalmalar gözönüne alınırsa ayrılan bütçe kısa bir sürede geri alınabilir.

4. İşletmenin verimi artırmak: İşletmeler her faaliyetini kendi ihtiyaçlarına göre tasarlamıştır. Oysa yapılması gereken dışarıdan içeriye, yani müşteri ihtiyaçları etrafında tasarımların gerçekleştirilmesi gereklidir.

5. Uyumlu faaliyetler sağlamak: CRM satış, pazarlama, müşteri hizmetleri faaliyetlerini internet fırsatları ile birleştirir, tüm bu faaliyetlerin uyumlu olarak çalışmasını sağlar. Hem geleneksel satış kanallarından elde edilen bilgiler, hem de diğer alternatif kanallardan sağlanan bilgiler sentezlenerek yüksek düzeyde müşteri bilgisi ve ilişkisi fırsatı sağlanır.

6. Müşteri taleplerini karşılamak: Müşterileri CRM yardımıyla, tüm kurumun tanıması mümkündür. Müşterilerden alınan geri bildirimler sayesinde işi onların istediği şekilde yapmak mümkün olur.

    Sonuç olarak, günümüzde müşterilerin fazla seçenekleri var, alternatifleri fazla, kurum değiştirmek konusunda hiç tereddüt etmemektedirler. Müşterilerin işletme ile iş yapması için işi onların istediği gibi yapmak gerekmektedir. Bu da müşterilere önem vererek, onları daha yakından tanıyarak, edinilen bilgiler üzerine stratejiler kurarak ve tüm müşterileri işletme sürecinin bir parçası haline getirerek sağlanabilir.

4.- MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ (CRM) SÜRECİ:

CRM ‘in tam olarak neyi ifade ettiği işletmeler tarafından net olarak bilinmemektedir. Meta Grup tarafından yapılan, içlerinde Sprint, Nortel Networks, Eastman, Kodak, PNC Bank ‘ın da bulunduğu 2000 işletmeyi içeren bir araştırmanın sonucunda işletmelerin CRM uygulamalarının hatalı olduğunu göstermektedir. Bu araştırmaya göre:

· İşletmelerin %64’ü CRM’in işletme değerini ölçmede eksik teknolojiye sahipler.

· Şirketlerin %10’dan daha azı yatırımların geri dönüş oranını ölçebiliyor.

· %30’dan daha azı CRM uygulamak için gerekli operasyonel faaliyetlere başlamışlar.

· Katılımcıların çoğu CRM hakkında tam bir tanım verememişler.

· Katılanların %78’i CRM’i sadece müşteri odaklılık olarak ifade ederken geriye kalan %22 ‘lik kısım CRM’i bir dizi kural ve teknoloji olarak belirtmişlerdir.

CRM için en uygun teknolojinin seçimi ve uygulamaya geçirilmesi yeterli değildir. İşletmenin ve personelinin bu değişime hazır olmaları gerekmektedir. İşletmeler değişim kültürüne yeterince alışık değildirler ve bu konuda da direnç gösterirler.

İşletmelerin CRM uygulamalarını hayata geçirebilmeleri için bir takım aşamaları gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Bu aşamalar:

 

TABLO-1 CRM AŞAMALARI

4.1- İlişki Bazlı Pazarlama Stratejisi: İlk adım olarak işletmede ilişki bazlı pazarlama stratejisinin oluşturulmasıdır. Genellikle CRM uygulamalarında yaygın olarak önce teknoloji sağlanır ve daha sonra da süreçler, strateji teknolojiye uydurulmaya çalışılır. Bu sebeple CRM uygulamaları başarısızlıkla sonuçlanabilir. İnsanların makinalara uymasını beklemek çok doğru değildir. Oysa insanlara göre teknolojinin adapte olması daha doğru bir stratejidir.

CRM ‘in amacı ilişki yönetimidir. Bu sebeple müşteri ile ilişkileri maksimize edebilecek bir kurumsal strateji oluşturmak ilk adımdır. İşletme içinden bir CRM takımı kurulmalıdır. Böyle bir değişimi gerçekleştirirken sadece tepe yönetim ve danışmanlar yeterli olmayacaktır. Değişim için kesinlikle sinerji gereklidir. CRM takımının içerisinde farklı konumlarda farklı alanlarda işletme personeli olmalıdır. Örneğin; üst düzey satış yöneticisi, satış elemanları, müşteri hizmetleri yöneticisi, müşteri hizmetleri elemanı, üst düzey pazarlama yöneticisi, iletişim teknolojisi bölümünden bir eleman, insan kaynakları yöneticisi, satın alma müdürü, en üst düzeyde (CEO) yönetici. Takımın etkin çalışması için farklı birimlerden olmaları, takımın en çok sekiz kişiden oluşması ve takım üyelerinin takım çalışması eğitimi almış olması gereklidir.

Takım kurulduktan sonra farklılık analizinin yapılması gerekir. İşletme nerededir? Nerede olmalıdır? Neler yapılmalıdır? Sorularının cevapları aranmalıdır. Mümkünse farklılık analizine CRM takımından daha geniş bir grupla başlamak çok daha faydalı olacaktır. Daha geniş katılım sayesinde daha fazla deneyim ve görüşün ortaya çıkması ve sinerji sağlanır. Farklılık analizinde amaç mevcut iş tasarımının müşteri etkileşimini maksimize edebilecek iş tasarımıyla arasındaki farkları ortaya çıkarmaktır. Farklılık analizinde aşağıdaki aşamaları ele almak gereklidir:

4.1.a- Süreçler: İşletmenin mevcut iş süreçleri dışarıdan içeriye doğru tasarlanıp tasarlanmadığının bilinmesi gereklidir. Yani müşterinin ihtiyaçlarını öğrenmeye ve ilişki geliştirmeye süreçler uygun mudur? Sorusunun cevabı aranmalıdır.

4.1.b- Bilgi Stratejisi: Müşterilerden elde edilen bilgilerin (tüm bilgilerin) gerektiği gibi rekabette öne geçirecek şekilde kullanılıp kullanılamadığının bilinmesi gerekir. İşletmenin her departmanında farklı bilgiler olabilir. Örneğin; muhasebe servisinde müşterinin kredi kartı ile ödeme yaptığı bilgisi olabilir fakat bu bilgi satış elemanı tarafından bilinmeyebilir. Şu sorunun cevabı aranmalıdır:

· Bir müşteri ile oluşan kümülatif deneyim sürecinde elde edilen bilgileri rekabet silahı olarak kullanabiliyor muyuz?

4.1.c- Müşteri İlişkileri: İşletmenin müşterileriyle uzun dönemli ve kalıcı ilişkiler kurabilmesi için gerekli bilgi, aktivite ve süreçleri kapsamaktadır. Bu ilişkilere kurum çalışanlarının hazır olması gereklidir. Şu soruların yanıtları aranmalıdır:

· Müşterileri değerlendirmek için bir sistem mevcut mu?

· Müşterinin deneyimlerini anlama ve iyileştirme süreçleri mevcut mu?

· Müşteri beklentilerini ve reaksiyonlarını ölçme ve yanıtlama sistemi var mı?

· Müşteri davranış trendlerini anlamaya ve tahmin etmeye yönelik sistem ve süreçler mevcut mu?

4.1.d- Kurum Kültürü:  CRM uygulamasının başarı kazanabilmesi için çalışanların müşteri merkezli davranışa sahip olması ve değişimlere açık olması gereklidir. Bu konuda aşağıdaki soruların cevapları aranmalıdır:

· Ödül sistemleri müşteri merkezli davranışa bağlı mı?

· Çalışanların müşteri yararına karar ve insiyatif alma yetkileri var mı?

· İşletmenin itici gücü müşteri mi?

4.1.e- Ürün ve Hizmetler: CRM, müşteriler ile sürekli öğrenen ilişkiler kurmak ve bu ilişkiler çerçevesinde müşteriler için “butik”, kişiye özel, üretim yapmaktır (mass customization). Üretilen mal ve hizmetler bir takım bileşenlerine ayrılmalıdır. Temel ürün veya hizmet üzerine eklenecek başka ürünler, hizmetler ile sağlanabilir. Müşterilerden toplanan bilgilerle farklı modüller oluşturulabilir. Bu modüller farklı kombinasyonlarda bir araya getirilerek bir çok değişik ürün elde edilebilir. Ne kadar çok modül oluşturulursa o kadar farklı ürün üretmek mümkündür. Bu konunun en güçlü örneği Levi Strauss ‘dur. Firma,1994 yılında, hedef kitlesini zor beğenen, çok deneyen kadınların oluşturduğu, Personel Pair Program adında bir pazarlama faaliyetine başlamıştır. Levi’s terzi usulü kot pantolon sunarsa, hedef kitlesinin bu pantolon için ek bir fiyat ödeyeceğini ve pantolonu alabilmek için birkaç hafta bekliyebileceklerini saptamıştır. Program sayesinde 1997 yılında firmanın kadın pantolonu satışları %25’i bu şekilde yapılır hale gelmiştir. 1998 ‘de Levi’s bu programı kaldırıp yerine Orginal Spin adlı programı geliştirmiştir. Program ile hem kadın hem de erkek kot pantolonlarını terzi usulü yapmaya başlamıştır.

Levi’s ın yaptığı ilk olarak müşterilerinin ölçülerini toplamış, sonra bu ölçülerle pek çok kot pantolon kombinasyonu hazırlamıştır. Temel olarak rahat, klasik ve düşük belli olmak üzere üç stili vardır. Bu türlü bir üretimin Levi’s a sağladığı avantajlar da fazladır. Stok riski yoktur, sezon sonunda üretilen tüm kot pantolonlar satılmış olur.

Konuyla ilgili cevaplanması gerekli sorular aşağıdadır:

· Ürün ve hizmetleri müşteri ihtiyaçları çerçevesinde geliştiriyor musunuz?

· Kişisel ve kişiselleştirilmiş pazarlama programları geliştiriyor musunuz?

4.1.f- Dış Odaklılık: Dış odaklılıkla anlatılmak istenen rakiplerin konuyla ilgili durumudur. Şu soru cevaplanmalıdır:

· Rakiplerinizin müşteri merkezliliklerini ne dereceye kadar yakından izliyor sunuz?

4.1.g- Teknoloji: Teknoloji seçilirken ve uygulanırken tamamen müşteriler göze alınmalıdır. Aşağıdaki soruların cevapları aranmalıdır:

· Teknolijiyi seçerken ve uygularken müşteriyi ne kadar dikkate alıyor sunuz?

· Teknoloji seçiminde iletişim teknolojileri (IT) birimi mi karar veriyor?

· Müşteri temas noktasından katılım oluyor mu?

4.2- İşlevsel Rollerin Yeniden Tasarlanması: CRM uygulamasına başlandığı zaman yapılan işlerde köklü bir takım değişimler olur. Bu değişimleri çalışanların çoğu istemezler. Alışık oldukları bir işleyiş vardır ve bu değişmektedir. Hatta değişimi istemeyenlerin sayısı isteyenlerden fazla olacaktır. Bu sebeple başlarken CRM takımına her kademeden çalışan alınmıştır. Bu değişimler sinerji ile gerçekleştirilmelidir.

İşlevsel olarak yaşanabilecek değişikliklere örnek vermek faydalı olacaktır. Satış gücünün işlevsel rollerini ele alırsak:

1. Satış, satış yapmanın yanı sıra daha fazla bilgi toplamak zorunda kalacaktır. Müşteri ile daha fazla zaman geçirilecek, bilgi toplanacak, satış konusuna daha az zaman harcanacaktır.

2. Satış gücü müşteri temeline göre yeniden tasarımlanacaktır.

3. Satışçıların yaptıkları ekranlarda on-line olacaktır.

4. Rutin siparişlerin çoğu internet, telefon vb. gelecek, böylece mevcut prim sistemi etkilenecektir.

5. Daha az satışçı daha çok sorumluluk sahibi olacaktır.

Pazarlamanın işlevsel rollerinde olabilecek bazı değişiklikler ise:

1. Özellikle reklamla ilgilenen çalışanlar, daha fazla veri ile ilgilenmek zorunda kalacaklar, daha az medya ile ilgileneceklerdir.

2. Pazar analistleri rakamlarla uğraşmak yerine müşteri davranışları üzerine yoğunlaşacaklardır.

3. Pazarlama satıştan veri alacak satışa veri iletmeyecektir.

4.3- İş Süreçlerinin Yeniden Tasarlanması (Re-engineering): Bu konu aslında başlı başına ele alınması gereken bir konudur. CRM uygulamasına geçmek tamamıyle bir değişim mühendisliği (re-engineering) çalışmasıdır. Burada yapılacak en büyük yanlış CRM için gerekli olan teknolojiye göre iş süreçlerini tasarlamaktır, yani yazılım destekli süreç tasarlanmasıdır. Konunun başındada belirtildiği gibi süreçler stratejinin uygulanması gerektiği şekilde tasarlanmalı, yeniden tasarlanan süreçlere göre yazılım belirlenmelidir.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kriz kavramı ve Yönetimi

Örgüt ve çevresi sürekli ve hızlı bir şekilde değişmektedir (Can, 1994: 300). Örgütsel olayların çok yönlülüğü doğal olarak belirsizlik ortamını ve buna bağlı olarak geleceği tahmin güçlüğünü beraberinde getirmektedir. Çevredeki belirsizlik ve değişiklikler, örgütleri sürekli olarak beklenmedik tehdit veya fırsatlarla karşı karşıya bırakmaktadır. İster tehdit ister fırsat olsun beklenmeyen ve önceden sezilmeyen olaylar, örgütleri krize sevk edebilmektedir. Kriz kelimesi Çince’de iki harfle yazılmakta, bunlardan biri, tehdit diğeri ise fırsat anlamına gelmektedir. Bu anlamlar değişime uyum sağlamada başarılı ya da başarısız olma ile ilgilidir (Coşkun ve Bayraktaroğlu, 2002: 721). 

Kriz kelime anlamı itibariyle iyi veya kötüye dönme noktası, ölüm kalım anı, birdenbire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki gelişmeler, tehlikeli an demektir. Makro açıdan kriz, populist politikaların getirdiği istikrarsızlıklar, büyüme hızındaki dalgalanmalar, hızla değişen dış konjonktür, işsizliğin ve enflasyonun artması, gelir düzeyinin düşmesi, gelir dağılımın bozulması ve refahın azalmasıdır. Mikro açısından ise kriz; teknolojik, ekonomik, sosyal vb. gibi değişim ve gelişmelerin etkisiyle talebin daralması ve üretim maliyetlerinin yükselmesi sonucu rekabet koşullarının giderek yoğunlaşıp derinleşmesidir (Kutman, 2001: 67-68; Bozkurt, 1987: 10). Kriz durumu, krizi tespit etmede, önlemede veya değişikliklere uygun cevap vermede yetersiz kalınması halinde ortaya çıkmaktadır (Dinçer, 1992, 49 ve 338).

Buna göre kriz, beklenmeyen ve önceden sezilmeyen belirsizlik durumu şeklinde tanımlanabilir. Belirsizliği artırarak örgütleri krizle karşı karşıya getiren unsurlara örnek olarak; yeni dünya düzeni arayışlarını ve küreselleşme hareketlerini, Doğu Avrupa’nın çöküşü ve onu izleyen belirsizlik ortamını, ekonomik ve etnik kaynaklı savaşları, Güney Doğu Asya, Japonya, Rusya ve Latin Amerika’daki mali ve sosyo politik karışıklıkları (Sönmez ve diğerleri, 1999: 13), küresel çevre sorunlarını, doğal felaketleri, teknolojik yenilikleri, hukuki ve politik düzenlemeleri, genel ekonomik belirsizlik ve dalgalanmaları (Coşkun ve Bayraktaroğlu, 2002: 722) ve uluslararası ilişkilerin karmaşık yapısını söyleyebiliriz. 

Ayrıca bir yandan gelişen uluslararası ticari ilişkiler, bölgesel entegrasyonlar, küreselleşme ve teknolojik etmenler; diğer yandan kitle haberleşme imkanlarının çoğalması ve demokratik yaşamın etkisiyle insanların daha çok talepte bulunması, başta tüketici ve çevre örgütleri olmak üzere toplumsal örgütlenme düzeyinin artması, sosyal değerlerin farklı anlamlar kazanmaya başlaması vb. gibi gelişmeler sosyal dinamizmi artırmakta (Peker, 1988: 4) ve örgütlerin krizle karşılaşma risklerini yükseltmektedir. Dünyada artan bu belirsizlik ortamı; örgütlerin krizi yönetim olgusu içinde incelemelerini, kriz yönetimini benimsemelerini ve başarıyla uygulamalarını gerektirmektedir (Topaloğlu ve Tunç, 1997: 88).

Kriz Yönetimi

Kriz yönetimi, olası bir kriz durumuna karşılık, kriz belirtilerinin elde edilerek değerlendirilmesi ve örgütün kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve uygulanması süreci olarak ifade edilebilir (Pearson ve Clair, 1998: 61). Kriz yönetimi, hızlı ve etkin karar almayı ve uygulanan kararlarda ortaya çıkan sapmaların bir an önce düzeltilmesini zorunlu kılar (Şimşek, 1998: 312-313). Kriz yönetiminde, örgütün varlığını tehdit eden, faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyen durumlara karşı, örgütün etkin ve hızlı hareket etme yeteneği önemlidir (Karabulut ve Pekdemir: 684). Bu nedenle, kriz yönetiminde, örgütün faaliyet alanı, çevresel şartlar, mali olanaklar, örgütsel yapı, yönetim anlayışı, iletişimin etkinliği, örgüt iklimi vb. pek çok unsur belirleyici olabilmektedir (Küskü, 2002:711) 

Kriz ortaya çıkmadan önce bir takım belirtilerle kendini hissettirir. Bu belirtiler daha çok örgütle ilgili süper, üst ve alt sistemlerinde oluşan aksamalardır. Yönetim krizin belirtilerini önceden tahmin edebildiği ölçüde başarılı olacaktır. Bu nedenle işletme, kriz belirtileri ortaya çıkmaya başladığından itibaren, günümüz koşullarında belki de her an, krizi önleyici veya etkilerini azaltıcı sistemli faaliyetler bütünü olan kriz yönetimini uygulamalıdır. Kriz yönetiminde, krizin neden olduğu yoğun belirsizlik ve rekabet ortamında hayatta kalma çabasını belirleyen en etkili unsurlardan birisi olan, uygun stratejilerin seçimi ve uygulanması stratejik öneme sahip olduğundan (Çancı, 2001: 115), stratejik yönetim yaklaşımının kullanılması zorunlu olarak gerekli olmaktadır (Hinterhuber, 1983: 1). Böylece krizi zamanında teşhis etme ve gerekli önlemleri almada, dolayısıyla kriz yönetiminde daha başarılı olunabilir (Haşit, 2000: 103).

Stratejik Bilgi Sistemi nedir?

Bugün birçok örgütte, dış çevre ile ilgili veri ve bilgilerin büyük boyutlara ulaşmış olduğu açıkça gözlemlenebilmektedir. Aynı şekilde, büyük boyutlu bu bilgilerin, geniş bir yelpazeye dağılmış oldukları ve oldukça karmaşık bir görünüm sergiledikleri de bilinmektedir. Çevresel veri ve bilgilerle ilgili bu tipik hacim artışı, alan genişlemesi ve karmaşıklık durumu, örgütlerde bazı yeni gereklilikler meydana getirmektedir. Bunlardan biri de, stratejik bilgi sisteminin oluşturulması zorunluluğudur (Goodstern ve diğerleri, 1993: 133). Bilgi sistemlerine yatırımla örgütsel başarı arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır (Weber ve Pliskin, 1996: 81). Çünkü örgütlerin rekabet savaşında en önemli stratejik silah, bilgidir (Marşap, 1995: 475) ve bilgiye dayalı örgütlenmedir (Önal ve Kök, 2002: 337-338). Örgütün yapısı ve iletişim yeteneği, stratejik yönetimde başarının temeli ve önemli bir göstergesidir (Coulson-Thomas, 1992: 89).

Günümüzde, örgütün sürdürülebilir yüksek başarıyı sağlayabilmesinde, özellikle üst düzey yönetim açısından artan bilgi ihtiyacını karşılayacak bir sistem zorunluluk haline gelmiştir. Bu zorunluluk özellikle üst düzey yöneticilerin amaca uygun doğru ve zamanlı stratejik karar vermeleri ve bunları başarı ile uygulayabilmeleri açısından önemlidir. Stratejik kararların etkinliği, büyük ölçüde örgütün çevresine ait bilgilerin, ilgili kaynaklardan istenen özelliklerde elde edilmesine ve stratejik karalarda uyum içerisinde (fikir birliği) kullanılmasına bağlıdır (Amason, 1996: 123). Kriz sırasında acil karar alma ve hızlı hareket etme zorunluluğu olduğundan (Wolf, 2002: 699), üst düzey yönetim organlarının, stratejik bilgi gereksinimleri de artar. Artan stratejik bilgi gereksiniminin karşılanması örgütlerde stratejik bilgi sistemlerini gerektirir (Thomas ve Daniel, 1990: 286-290). Bugün birçok örgütün, stratejik bilgi sistemlerinin fırsat ve yararlarını anlamaya yöneldiği ve bu sistemden gereği gibi yararlanabilmek için daha etkili ve verimli bir sistem geliştirme çabası içine girdiği gözlemlenmektedir (Özmen ve diğerleri, 2002: 334).

Tanımı

Stratejik bilgi sistemi, örgüt ile ilgili mevcut ve muhtemel çevresel fırsatlar ve tehditleri değerlemek ve örgütün üstün ve zayıf yönlerine göre, bunlara uygun tepkilerin ortaya çıkarılmasına yönelik stratejik kararlarda, üst düzey yöneticilere gerekli iç ve dış bilgileri sağlayan bilgisayar destekli sistemlerdir. Bilgisayar desteği sistemin bilgi akışını sürekli, zamanlı ve etkin kılmak açısından gereklidir (Kroeber ve Watson, 1987: 565). Bu sistemin temel amacı üst düzey yönetime örgütün mevcut ve gelecekteki durumu hakkında sürekli bilgi sağlamak şeklinde özetlenebilir. SBS mümkün olduğunca stratejik değerlemeye imkan verecek dış çevreye ait stratejik bilgileri, örgütteki her bir bölüm, ürün ve/veya stratejik iş birimi ile ilişkili olarak sunmaya çalışır (Barnatt, 1996: 5).

Stratejik kararlar, çok farklı özelliklere sahip olduklarından dolayı, informel (belirli bir düzeni ve şekli olmayan) bir yapıya sahiptirler. Bununla birlikte, çevrede oluşan veya oluşabilecek uzun dönemli stratejik değişiklikleri örgüt yararına değerlendirebilmek için, formel yapıda ve çok karmaşık olmayan bir stratejik bilgi sisteminin oluşturulması oldukça yararlı olacaktır (Skivington ve Daft, 1991: 62). Ayrıca stratejik bilgi sisteminin etken durumsal değişkenlere kolay uyum sağlayacak esneklikte olması da önemlidir (Slooten ve Schoonhoven, 1996: 153).

SBS üst düzey yöneticilere, bir bilgi sisteminden ilk etapta umduklarını sunma gayretinde olan bir sistemdir (Martin VePowell, 1992: 187-188). Bu yönüyle oldukça esnek, kullanıcı dostu ve kullanıcı ile bilgisayar arasındaki etkileşime dayalı özel bir sistemdir. SBS büyük ölçüde üst düzey yöneticilerin isteklerine bağlı raporlamaya yöneliktir. Bu çerçevede, söz konusu yöneticilerin zamanlarının azlığı ile de orantılı olarak, büyük hacimli bilgileri kolay kullanılabilir olmaları açısından, üst düzey yöneticilerin isteklerine uygun formlar (grafik, tablo, metin vb. gibi) halinde sunar (Stohr ve Konsynski, 1992: 18).

Kriz Yönetimine Etkisi

Örgütlerin amaçlarına yönelik başarılı faaliyetlerde bulunabilmesi, öncelikle çevre ile ilgili belirsizliklerin azaltılmasına yani bilgi düzeyinin artırılmasına bağlıdır. Bilgi güçtür. Ancak kriz ortamında salt bilgi sahibi olmak yeterli olmaz. Bu açıdan örgüt ve faaliyetleri ile ilgili bilginin tanımlanması, çevresel unsurlara ait verilerin elde edilmesi, işlenerek bilgiye dönüştürülmesi ve bu bilgilerin karar sürecinde kullanılması yaşamsal öneme sahiptir (Certo, 1983: 473, Saruhan ve Sulaoğlu, 2002: 568). Hızlı değişen çevre koşullarında yavaş işleyen karar süreci uygun değildir (Altunoğlu, 2001). Bu nedenle SBS belirsiz çevre koşullarında, karar sürecinde hız ve esnekliği sağlayarak kararın etkinliğini artıracağı için daha uygun olabilir. 

Yönetimin görevlerinden birisi de, işletme faaliyetlerinde ortaya çıkacak olumsuzlukları önceden belirlemeye yönelik yöntemleri kurmak ve işler hale getirmektir (Öz-Alp, 1983: 128). Bu amaçla, stratejik karar veren üst düzey yöneticiler, sık sık çevresel değişkenlerin gelecekte nasıl ve ne yönde hareket edeceğini tahmin etmeye çalışmalıdırlar (Kutman, 2001: 60) Bu çerçevede SBS’nin, işletme üzerinde etkili olabilecek çevresel değişiklikleri, çeşitli yöntemlerle saptayabilecek ve önceden haber verebilecek bir sorun belirleme ve uyarı sistemi ile desteklenmesi veya bütünleştirilmesi daha yararlı olur (Başlıgil ve Boraçlı, 1995: 1197). Böylece sistem sorun belirleme ve yöneticileri uyarma görevini de yerine getirebilecektir. Sorun belirleme veya uyarma için sisteme özel programlar ilave edilir. Karşılaşılması muhtemel sorunların belirtilerinin ne olabileceği önceden belirlenir. Bu belirtiler ortaya çıktığında, sistem veri işleyicisi bunları toplayarak ilgili birimlere rapor eder. Bu raporlar incelenir, belirtiler analiz edilir ve çıkabilecek sorunlar ilgili yöneticilere iletilir (Yılmaz, 1988, 76).

Bu yönü ile SBS, örgütlerin erken uyarı sistemi içinde önemli bir yere sahip olmaktadır. İnsan-makine bileşimi bir sistem olan erken uyarı sistemleri, çevresel veri ve bilgileri toplar, işler ve erken uyarı bilgileri olarak ilgili yöneticilere aktarırılar (Baş, 1996: 31) . Bu sayede örgütün içinde bulunduğu durum ve gelecekteki riskler nicelik olarak belirlenebilir (Dinçer, 1992: 338). Erken uyarı sistemi ile zenginleştirilmiş bir SBS, yöneticilerin çevresel fırsat ve tehditleri önceden görmelerini (algılamalarını) sağlayacağı için, kriz yönetiminde etkinliğin artırılmasını sağlayacak önemli bir yönetim tekniğidir. 

Üst düzey yöneticiler, SBS ile örgütü ilgilendiren gelişmelerin hızını ve yönünü tahmin ederek, zamanlarının büyük bir bölümünü geleceğe yönelik etkin stratejik kararlar vermek için kullanabilme imkanına kavuşurlar. Böylece rakiplerine göre daha güçlü duruma geçebilirler. SBS, kriz yönetiminde; çevre analizi sürecinde bir çevre tarama sistemi olarak, stratejik kararların alınmasında bir karar destek sistemi olarak kullanılabilir (Yozgat ve Duran, 2001). SBS bu işlevini yerine getirirken formel bilgi akışı ile birlikte informel bilgi akışını da kullanabilir (Tack, 1994: 90).

Bugün en son teknolojik yeniliklerin uygulamaya konulmasıyla, kendisini hızla yenileyebilecek bir çok bilgi sistemleri bulunmaktadır. Eğer stratejik bilgi sistemleri, bu teknolojik ilerlemelerden gereği gibi yararlanabilir ve üst düzey yöneticiler bu amaçla doğru atılımlar yapabilirlerse, örgütsel başarı üzerinde olağanüstü bir katkı sağlayabilirler. Bu katkılar dolayısıyla tüm insanların günlük yaşamlarına da etki edecek ve gönenç düzeyini olumlu yönde etkileyecektir (Hoyt, 1992: 13).

Stratejik bilgi sistemi kriz yönetimine yeni bir bakış açısı getirmekle birlikte, hiç bir zaman sihirli bir formül olarak da görülmemelidir. Stratejik bilgi sisteminin üst düzey öneticilerin çeşitli karmaşık analizleri yapmalarını sağlayacak bilgileri temin ederek, kriz yönetiminde onlara yardımcı olacağı, ancak yöneticiler için düşünüp karar veremeyeceği de unutulmamalıdır (Scott, 1986: 3). Yani stratejik bilgi sisteminin etkinliği ile birlikte yöneticinin kalitesi de önemlidir.

2 Nisan 2010 Cuma

Strateji Nedir?

Strateji, başarılı olanı taklit etmek değil, farklı olanı yaratmaktır...

Strateji, bir planlama süreci değil, yaratma sürecidir...

Strateji, geleceğe dönük öngörüler yapmak değil, sağlıklı öngörüler doğrultusunda geleceği yönlendirebilmektir...

Strateji, değişime kolaylıkla adapte olabilecek beceriyi geliştirmek değil, değişime liderlik etmektir...

Strateji, bir yarışta en başarılı olmak üzere performansı arttıracak teknikleri geliştirmek değil, kolaylıkla birinci olunabilecek yarışı seçmektir...

Strateji, becerilerimize bağlı olarak girebileceğimiz en iyi üniversiteyi seçmek değil, vizyonumuza uygun üniversiteye girebilmemizi sağlayacak beceriyi geliştirebilmektir...

Strateji, sevdiğimizin bize sadık kalması için yöntemler bulabilmek değil, aynı yöntemleri bizim için bulmak üzere onun gece gündüz düşünmesini sağlayacak ortamı yaratmaktır...

Strateji, rakip baskısı altında kalındığında bu baskıdan kurtulacak teknikleri geliştirmek değil, rakibin üzerinde sürekli olarak baskı kurabilecek yöntemleri bulmaktır...

Strateji, bir şirketin kriz ortamında hayatta kalmasını sağlayacak şartları bulmak değil, aynı kriz ortamında rakipler yok olurken, karını ikiye katlayabilecek yöntemi bulmaktır...

Strateji, çok yoğun bir rekabet ortamında rakiplerden daha başarılı olacak pazarlama yöntemlerini bulmak değil, hiç rekabetin olmadığı bir pazar bulmaktır...

Strateji, Türkiye’nin turizm gelirlerini yüzde 5-10 arttırmak değil, hiç ülke dışına çıkmamış ve çıkmayı da düşünmeyen yabancıları Türkiye’ye getirebilecek ortamı hazırlamaktır...

Strateji, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne 10 sene sonra nasıl girebileceği konusunda fikir üretmek değil, Avrupa Birliği’nin temsilcilerinin Türkiye’yi birliğe katılmaya ikna etmek üzere, Ankara’da karargah kurmalarını sağlayabilecek yöntemi bulmaktır...

Strateji, her ne olursa olsun farklı birşeyler yaratmak değil, vizyonumuz, misyonumuz ve ilkelerle uyumlu olarak seçilmiş değerlerimize sadık kalmak üzere başarılı olmaktır.

Unutulmamalıdır ki, hayat, elimizde hangi kartlar olduğu değil, elimizdeki kartları nasıl oynadığımızdır.

(Bu yazı Kobi Efor Dergisi, Kasım 2002’de yayınlanmıştır)

27 Mart 2010 Cumartesi

Stratejik Yönetim Nedir?

Stratejik yönetim; yöneticilerin işlerini zorlaştıran yeni moda bir yönetim aracı değil, rekabet avantajı yaratacak stratejileri bulmaya ve onları uygulamada değişimi esas almaya yönelik bir yönetim felsefesidir...

Stratejik yönetim; dünyaca ünlü yönetim danışmanlık şirketi ‘Bain&Company’nin 1993 yılından beri tepe yöneticileri arasında rutin olarak yaptığı ‘Management tools’ araştırmasının geçen sene yayınlanan sayısında birinci sırada yer alan stratejik planlamanın başka bir isim ile takdim edilmesi değil, stratejik planlamayı da kapsayan ancak çok daha proaktif bir yönetim yaklaşımıdır...

Stratejik yönetim; toplam kalite, yalın üretim, süreç yönetimi, yeniden yapılanma, müşteri memnuniyeti, çalışanlar memnuniyeti gibi yönetim araçlarını müstakil olarak kullanmak değil, onları sinerji yaratacak şekilde birlikte uygulayabilmektir...

Stratejik yönetim; değişimin öngörülebilir olduğuna inanarak buna göre planlar yapmak değil, değişimin belirsizliğini bir dünya görüşü olarak benimsemek ve bu değişimi fırsat olarak kullanabilmektir...

Stratejik yönetim; sektördeki en iyi şirketleri taklit etme esasına dayanan ‘me-too’ stratejilerini başarılı olarak uygulamak değil, yaratıcılığı bir şirket felsefesi olarak benimseyebilmektir...

Stratejik yönetim; misyon ve vizyon tanımlarını kalite belgesi almanın zorunlu bir adımı olarak görmek değil, sürekli yeni kurulmuş bir şirketin heyecanını duymak üzere, vizyona sıkı sıkıya sarılmaktır... 

Stratejik yönetim; şirketi hiç risk almadan yönetebilmek üzere hep sakin sularda seyahat etmek değil, hesaplanabilir riskleri alabilme, hedefe ulaşmak üzere fırtınalı sulardan emniyetle geçebilme, o sulardan keyif alabilme becerisidir...

Stratejik yönetim; değişime en kısa zamanda reaksiyon ve uyum gösterebilecek beceriyi geliştirmek değil, değişime liderlik edebilecek özgüven ve beceriye sahip olabilmektir...

Stratejik yönetim; pazar payı ya da karlılık oranı olarak tanımlanan şirket hedeflerine ulaşmak üzere planlar yapıp sonra onları uygulamak değil, sürekli mükemmeli aramak üzere heyecanı hiç azalmadan devam eden bir yolculuktur...

Unutulmamalıdır ki, değişimin giderek hızlandığı, rekabetin küreselleştiği, her sektörde arzın talebin çok üstüne çıktığı, müşterilerin gücünü fark ettiği günümüzde stratejik planlama ve onun devamı olan stratejik yönetim şirketler için vazgeçilemez bir zorunluluktur...

 

(Bu yazı Kobi Efor Dergisi, Aralık 2002’de yayınlanmıştır)

23 Mart 2010 Salı

Stratejik Planlamanın Temel Adımları

Herhangi bir işletmenin başarılı olabilmesinin ön koşulu stratejik planlamadır.

KOBI'ler için stratejik planlamadaki sekiz temel adımı şöyle sıralayabiliriz:

İşin açık tanımı yapılmalıdır

Bir yatırımcı işinin açık tanımını yaptığında, ileriye dönük hedeflerini daha kolay belirleyebilecektir.

İşin tanımında söz konusu olan, sadece üretilen ürün değildir. Aynı zamanda ürünün türü, müşterilerin kim olduğu, pazarda hedeflenen imaj, müşterilerin hangi ihtiyaçlarının karşılanacağı ve ne tür metodların kullanılacağı gibi konulardır.

Bir işletmenin varlığının temeli, mal ya da hizmet sunduğu müşteri kitlesidir. Önemli olan, onların ilgisini çekebilmek için, aynı ürünü sunan diğer firmalardan farklı olan yönünün ve bu farklılığın avantajlarının sunulabilmesidir.

Alıcı kitlenin analizinde; - Ürününüzün müşterisi kimdir? - Müşterilerinizin yaşı, gelir düzeyi, alışveriş özellikleri ve oturdukları semt gibi genel özellikleri nelerdir? - Sizin ürününüzü neden tercih ediyorlar? - Firmanıza bağlılığı ne ölçüdedir? - Satışlarınızdaki artış ya da azalmalara sebep olan faktörler nelerdir? - Pazarda belirgin bir alıcı grubu var mıdır? gibi sorular cevaplanmalıdır.

Çevre faktörlerinin analizi yapılmalıdır

Böyle bir analiz, pazarda yaratılabilecek fiyatlardan ve tehlikelerden haberdar olabilmeyi sağlayacaktır.

Hedef pazarda yararlanılabilecek fırsatlar arasında bir öncelik sıralaması yaparak olası tehditlere karşı da hazırlıklı olunabilir. Ekonomik krizler, yeni kanunlar, faiz oranlarındaki artış, yeni rakip firmaların çıkışı, teknolojik gelişmeler yüzünden ürünün eski sayılması gibi olası tenditler, dinamik bir enformasyonla zamanında öğrenilebilir. Böylece kontrol edilebilir bir dizi değişken tanımlanıp, bunlara müdahale edilebilirse firmanın pazardaki rekabet şansı artacaktır.

Şirketin güçlü ve zayıf yanları belirlenmelidir

Böyle bir değerlendirme yapılması, personel, maliyet, ürün, pazar, ürün geliştirme ve organizasyonla ilgili konularda, yatırımcının işiyle ilgili daha gerçekçi bir perspektife sahip olmasını sağlar.

Rakiplerin analizi yapılmalıdır

Hiç bir işletme pazarda yalnız değildir. Benzer ürün ve servisi sunan firmalardan sürekli daha iyi olabilmek, kendi analizini yapmanın yanısıra rakiplerin de analizini yapmakla mümkündür.

Rakipler şu anda ne yapmaktalar, ne yapabilirler, nedenleri ne olabilir, onların riske yönelik davranışları ve sahip oldukları değerler nelerdir? Bunların gözlemlenmesiyle ortaya çıkacak olan zayıf yönlerinden avantajlar yaratılabilecek, güçlü ve başarılı yanlarından ise örnek alınacaktır.

Şirketin amaç ve hedefleri belirlenmelidir

Genel amaçların ve hedeflerin belirlenmesi bir yöneticiye genel amaçlar doğrultusunda kısa vadeli amaçlar belirleme şansı verebileceği gibi, şirketin performansını değerlendirme şansı da sağlayacaktır. Genel amaçlar, karlılık, verimlilik, büyüme, etkililik, pazarda söz sahibi olma, parasal kaynaklar, örgütsel yapı, fiziksel imkanlar, çalışanların refahı ve toplumsal sorumluluk gibi konuları kapsar.

İyi belirlenmiş amaçlar; spesifik, ölçülebilir, ulaşılabilir, gerçekçi, harekete geçirici, zamanı belirtilmiş ve yazılı olmalıdır.

Amaçların belirlenmesi aşamasında bir alt grubun ve çalışanların bu sürece katılması, amaçlara örgüt olarak daha kolay ulaşılmasını sağlayacaktır.

Uygun stratejiler tayin edilmelidir

Bir işletme kendisinin ve rakiplerinin analizini yaptıktan sonra stratejik görüşlerini değerlendirmeli ve işin amaçlarına ulaşabilmek için bir plan hazırlanmalıdır. Strateji, işletmenin belirtilmiş amaçlarına ulaşabilmek için, yönetimin planladığı aksiyonlar bütünüdür.

Stratejik plan harekete geçirilmelidir

İşletme yöneticisi, stratejik planı, günlük işler temelinde uygulamaya dönüştürmekle görevlidir. Stratejik planı, uygulama planlarına dönüştürmek için, planın yönünü yansıtan politikalar, prosedürler ve bütçe oluşturulmalıdır.

Planın uygulanması kontrol edilmelidir

Şirketin amaçlarını da içeren planlama süreci gerçekleştirilip, strateji oluşturulduktan sonra işleyişin belirlenen plan doğrultusunda olup olmadığının düzenli ve dikkatli bir kontrolü gereklidir. Muhasebe kayıtları, üretim, satışlar, envanter ve diğer işlem kayıtları bir yöneticinin planlamaya uygun bir gidiş olup olmadığını kontrol etmesi için en uygun kaynaklardır.

 

Kaynak: Ayşe Yüksel

21 Mart 2010 Pazar

Sorun Çözme Yöntemleri

Çalışanların sorun çözmede kullanabilecekleri beş yöntem vardır:

GELENEKSEL YÖNTEM

Bu yöntem, tarihsel verilere ve olaylara dayanarak karar verme yöntemidir. Geçmiş olayların ileride de olacağını varsayar, modellemesini bu mantık üzerine kurar. Günümüzün hızla değişen ortamlarında çoğunlukla başarısız olmaktadır.

DENEYSEL YÖNTEM

Ölçülebilir ve tekrarlanabilir parametreleri temel alan bu yöntem, genelde laboratuar ortamında yapılır. Kimya, madencilik vb.

SAYISAL YÖNTEM

Planlama, yürütme ve kontrol amaçlı sayısal yöntemlerdir. Değişik disiplinlerde başarıyla kullanılabilir (PERT, simülasyon, trend analizi…)

MANTIKSAL YÖNTEM

Bu yöntemde beş temel adım vardır:

1. Bir başarı hedefi ya da standardı konulması.

2. Sorunun, bu hedef ya da standartdan sapma olarak tanımlanması.

3. Sapmanın yer, zaman ve diğer tüm parametreler açısından belirlenmesi.

4. Sorundan etkilenenlerin dışında, etkilenmeyenlerin de tesbiti ve gerekçelerinin belirlenmesi.

5. Sorunun nedeninin, sorunun çözümlenmesi sırasındaki değişimlerden de çıkarılabileceği gerçeğinin unutulmaması.

YARATICI YÖNTEM

Günümüzde yeni tekniklere duyulan gereksinimin getirdiği beyin fırtınası, arama konferansı vb. yöntemlerdir. Strateji belirleme, pazarlama, reklam vb. disiplinlerde kullanılır.

10 Mart 2010 Çarşamba

Kriz Yönetimi Üzerine

Krizin Tanımı ve Özellikleri

Birer açık sistem olarak örgütler oldukça dinamik bir çevre içerisinde yaşamlarını sürdürürler. Örgütlerin başarısı ve yaşamlarını sürdürmeleri büyük ölçüde çevrenin yarattığı kısıtlılıkları ve olanakları zamanında görüp değerlendirmelerine bağlıdır.

Örgütler yaşamlarını sürdürürken değişik krizlerle yüzyüze kalabilir. Krizin nedeni örgüt içi etmenler olabileceği gibi, örgüt dışı etmenler de olabilir. Yine deprem gibi bir dış etmen olan bir doğa olayı da örgütte krize yol açabilir.

Kriz, bir kişi, bir örgüt ya da bir toplumun yaşamında görülen zor bir anı, bir buhran dönemini anlatır. Kriz, belirsizliği ve zarar görme olasılığını, riski içeren bir kavramdır. Bir kriz durumu yavaş yavaş ya da birdenbire oluşabilir, dar veya geniş bir alanı kapsayabilir

Örgütsel anlamda kriz, örgütün amaçlarını ve varlığını tehdit eden, örgütün risk önleyici önlemlerini yetersiz kılabilecek nitelikte, örgütün ani tepkisini gerektiren beklenmedik ve hızlı değişikliklerin söz konusu olduğu, planlama ve karar mekanizmalarını olumsuz biçimde etkileyen, gerilimli bir durum olarak değerlendirilebilir. Kriz örgütün yeni bilgiler ve deneyimler kazanmasına, bunu bir fırsat haline dönüştürmesine de olanak sağlayarak bir dönüm noktası olabilir

Kriz, örgütün hedeflerini tehdit edebilir ve yaşamını tehlikeye sokabilir.

Kriz durumunun özelliklerini şöyle belirtebiliriz:

- Kriz durumu tahmin edilemez.

- Örgütün tahmin ve kriz önleme mekanizmaları yetersiz kalır.

-Kriz, örgütün amaç ve varlığını tehdit eder.Çünkü,işletmenin tüm faaliyetlerini ve yapısını derinden etkilediği için genellikle radikal değişim ihtiyacı ortaya çıkar.

-Kriz,ortaya çıkış şekli ve önceden öngörülemeyen bir durum olması nedeniyle işletmelerin hareket yeteneklerini azalttığından genellikle uyum mekanizmalarını etkisizleştirir.

-Krizin üstesinden gelmek ve izlenmesi gereken yolların kararlaştırılması için yeterli bilgi ve zaman bulunmaz.

-Kriz, ivedi müdahale gerektirir.Kriz görmezden gelinir veya hazırlık için yavaş bilgi toplama veya yavaş ilerleyen karar mekanizmaları nedeniyle cevap geç verilirse başarı oranı düşer.

-Kriz, karar veren kişilerde gerilim yaratır.

-Krizler örgütle ilgili üçüncü kişileri de (yönetici,işgören.hissedar,devlet vb.) ciddi şekilde etkiler.

-Her stresli ortam kriz değildir.

-Krizin kesin çözüm formülü yoktur.Tekrar ortaya çıkabilir.

-Kriz mutlaka bir felaket değildir.Fırsata dönüşebilir.

Krizin belirtilerini oluşturan bazı işletme sorunları,bozulan bilançolar,devamlı aksayan nakit akışları,artan fakat cevapsız kalan müşteri şikayetleri,iadeler,sabit sermaye,çalışma sermayesi dengesi,düşen satışlar,azalan Pazar payı,rakiplerin pazardaki yeni hammaddeleri olarak sayılabilir.

Kriz kavramı şu öğeleri barındırmalıdır:

-Kriz hızlı ve köklü değişikliklerin olduğu bir dönem olmalıdır.

-Bu değişikliklerin olmasının arkasında,istikrar döneminde işleyen,sistemin yaşaması için mutlaka gerekli kurumların(ekonomik veya politik,hatta ideolojik) ve mekanizmaların artık işlemez durumda olması.

-Bu krizi yaşayanlar geriye baktıklarında hiçbir şey artık eskisi gibi değil diyen algılama içinde olmalıdır.

-Zamanın hızlandığı genel kanısı oluşmalıdır.

-İleriyi görmenin imkansızlaştığı fikri yaygınlaşmalıdır.

Kriz Türleri

Kaç tip krizden sözedilebilir;

İki tip kriz yönetimi söz konusudur.Bunlardan biri,nükleer alanda radyoaktif tehlike gibi kuruluşun kendisinden bir başka deyişle iş ya da hizmetin doğasından kaynaklanan krizler,diğeri ise dış etkenlerden kaynaklanan ve tahmini çok zor olan krizlerdir. A.B.D.’de 1982 yılında meydana gelen,ağrı kesici kapsüllerin içine siyanür zehiri enjekte edilmesiyle pek çok kişinin ölümüne yol açan Tylenol kazası bu tip krize bir örnek oluşturmaktadır.

Muhtemel krizleri ve tahmin edilmeyen krizleri sıralarsak;

Muhtemel Krizler:  grev,yangın,patlama,sızma problemi,kirlilik problemi,ham- madde veren firmaların grevi,taşımacılık grevleri,ürün azalması,rekabet-daha düşük fiyat,daha iyi ürün,alternatif ürün,hükümet yasaları,sınırlamalar,vergi değişiklikleri,büyük ihracat pazarlarında kayıp,hisse senetlerinde düşüş,maliyet artışı(örn. hammadde),gazete ya da TV’de grev nedeniyle zamanı gelen reklamların yayınlanmaması,hükümet değişikliği,savaş,iç savaş,ihtilal,aşırı ithalat,fiyat düşürmek,şirket liderinin vefatı,pazarın ya da önemli anlaşmaların kaybı,alıcı boykotları.

Tahmin Edilmeyen Krizler:  sabotaj,ayaklanma hasarı,zelzele,şirket liderinin rehin alınması yada kaçırılması,kuruluş liderine suikast,sansasyonel gazete ve TV haberleri,hükümet komisyonları tarafından araştırmalar,kuruluş liderinin davranışlarından ötürü skandallar,fabrikanın dış etkenlerden zarar görmesi(uçak düşmesi,fırtına,sel gibi),endüstriyel casusluk:plan,desen,bilgisayar kayıtlarının çalınması,rakiplerin aynı ürünle pazarda sizi geçmesi,hizmetin,ürünün illegal olması,bağımsız araştırmacılar-ürün kalitesinin düşük olduğunun ileri sürülmesi,tüketicilerin ya da baskı gruplarının değişikliğe zorlaması(örn. Farklı ambalaj),ürünün beklenmeyen yan etkiye neden olması.

Krizin Etmenleri

Örgütlerin krizle yüzyüze gelmesinde rol oynayan etmenler çevresel ve örgütsel etmenler olmak üzere iki grupta toplanmış ve bunlar şöyle ifade edilmiştir:

1- Çevresel Etmenler: Örgütün, kriz durumuna girmesinde en önemli rolü çevresel etmenler oynamaktadır. Dinamik ve sürekli değişen çevre, örgütün karşılaşacağı karmaşıklık ve belirsizlik derecesini etkileyerek yönetsel kararların isabet derecesini azaltmakta ve örgütün kriz durumuna sürüklenmesine yol açabilmektedir. Krize yol açan çevresel etmenleri şöyle sıralayabiliriz:

a. Ekonomik sistem ve durum,

b. Teknolojik gelişmeler,

c. Toplumsal ve kültürel etmenler,

d. Hukuki ve siyasi etmenler,

e. Uluslararası çevre etmenleri,

f. Doğal etmenler.

2- Örgütsel Etmenler

a- Örgütsel Yapı: Örgütsel yapı, çevresel değişmelere uyum gösteremeyecek derecede katı ise, iletişim sistemi, sorunlara en yakın kişi ve grupların üst yönetime hızla ulaşmasına olanak tanımayan bir yapıda oluşturulmuşsa, örgütün krizle karşılaşma olasılığı artar, buna karşılık krizin üstesinden gelme olanağı azalır.

b- Yönetimin Niteliği: Örgütlerin kriz durumuna düşmelerinin belki de en önemli nedeni, örgüt üst yöneticilerinin çevresel değişmeleri izleme, değişimlerle ilgili veri toplama, yorumlama ve değerlendirme konularındaki deneyimsizlikleri ve yetersizlikleridir.

9 Mart 2010 Salı

6 Sigma örnekleri

 

Herhangi bir sürecin değişkenliği, sürecin ortalamaya yani dağılımın merkezine olan uzaklığı standart sapmalar ya da sigmalar ile ölçülerek bulunur. Bir sürecin normal dağılımı (+-)3 sigma uzaklığında olmalıdır. Bu % 99.7 ölçeğidir. Yani üretilen üründen ya da hizmetten milyonda 997.300 tanesi, bu (+-)3 sigma sınırlarının içinde kalmaktadır, geri kalan 2700 tanesi hatalı olmaktadır. Oysa ki süreç iyileştirilerek, sürecin normal değişkenliğinin iki katını kabul eden bir tasarım (+-6 sigma), her ürün ya da hizmet için milyonda 2700 yerine 3.4 hata verecektir.

Başka örnekler vermek gerekirse…

2 sigma = milyonda olası hata değeri 300.000

4 sigma = milyonda hata değeri 6.000 gibi…

ya da

%99 iyi=3.8 sigma

%99.999966 iyi=6 sigma gibi…

ya da

1 aylık elektrik kesilme zamanı=7.2 saat=%99 iyi=3.8 sigma

1 aylık elektrik kesilme zamanı=8.8 saniye=%99.999966 iyi=6 sigma gibi…

ya da

satışlarda %20-30 kalitesizlik maliyeti= milyonda olası hata değeri 66.807= 3 sigma

satışlarda %10-15 kalitesizlik maliyeti= milyonda olası hata değeri 233= 5 sigma gibi.

6 Sigmanın insan kaynağı aşağıdaki ekiplerden oluşur:

Kara kuşak:

6 Sigma araçlarını çok iyi bilen, takımları oluşturup, yöneten kadrolardır.

Yeşil kuşak:

6 Sigma ölçüm araçlarını iyi bilen, diğer araçlar hakkında genel bilgi sahibi, takım elemanlarıdır.

Uzman karakuşak:

Teknik danışman olarak çalışan, kara kuşaklar arasından seçilen ve yeni kara kuşakları belirleyen uzmanlardır.

6 Sigmanın program aşamaları aşağıdaki gibidir:

1. Ölçüm aşaması olarak süreç karakteristiklerinin belirlenmesi

2. Kontrol öncesi aşaması olarak multi-vari chartlarının kullanımı

3. Ölçüm aşaması olarak süreç yeterliliği ve değişimin belirlenmesi

4. İstatistiksel proses kontrol çizelgelerinin kullanımı

5. Süreçlerde iyileştirmeler yapılarak, 6 Sigmanın sağlanması ve değişkenliklerin azaltılması

6. Süreç sertifikasyonlarının sağlanması

6 Sigma performansını gerçekleştirmek için temelde yapılması gerekenler süreçlerin analizi ve iyileştirilmesidir. Gerektiği yerde radikal kararlar alınarak yeni süreçler geliştirilebilir.

7 Mart 2010 Pazar

5S Unsurları

5S unsurları

Organize olma:

Mevcut üretim faaliyetleri için gerekli olanların dışındaki makine ve malzemelerin çalışma yerinden uzaklaştırılması anlamına gelir. Ancak uygulamada çalışanlar, üretim için gerekli olup olmadığına bakmaksızın, makine ve malzemelerin yakın gelecekte gerekli olabileceğini düşünerek onları tutma eğilimindedirler. Böylece eldeki teçhizat stoğu giderek artar ve bunlar da günlük üretim faaliyetlerine katılırlar. Zamanla ve giderek işletmenin tümünü işgal eden geniş bir stok (makine-malzeme) yığını oluşur.

Düzenlilik:

İhtiyaç duyulan gereçlerin kolayca kullanımını sağlayacak şekilde yerleştirilmesi ve arandığında kolayca bulunacak biçimde etiketlenmesi anlamına gelir. Düzenlilik, üretim faaliyetlerinde ve büro işlerinde hareket kaybı, aramadan kaynaklanan kayıplar, malzeme sayısının fazlalığından kaynaklanan kayıplar gibi birçok kaybı önlemektedir.

Düzenlilik daima organize olma ile birlikte uygulanmalıdır. Herşey organize olduğunda ortada yalnızca gerekli olanlar kalır ve bundan sonra yapılacak iş bu kalanların nereye ait olduğunun belirlenmesidir. Çalışanlar neyi, nerede bulacaklarını ve işleri bittiğinde nereye bırakacaklarını bilmelidirler. Organize olma ve düzenlilik, sıfır hata, maliyetlerin azaltılması, sıfır kaza koşullarına ulaşmak için temel faktörlerdir.

Organize olma ve düzenlilik en önemli iki unsurdur.

Temizlik:

Yerlerin temizlenmesi, makine aksamının silinmesi ve genel anlamıyla fabrika alanındaki her şeyin temiz tutulması anlamına gelir. Temizlik işyerinde kir, toz, pas ve atıkların yığılmasını önlemenin yollarını bularak, işgücünden tasarrufu da kapsar. Fabrikalarda ve bürolarda temizlik, aynı zamanda çalışanlardaki stres ve gerginliği azaltır. Temizlik faaliyetlerinin günlük bazda yapılması gerekir. İşletme temizlik alanlarına ayrılır ve her alan için kişiler görevlendirilir. Hangi alanların hangi günlerde, günün hangi saatlerinde, kimin sorumluluğunda temizleneceğini gösteren çizelgeler hazırlanır. Temizlik aynı zamanda orada çalışanların sorumluluğundadır.

Standartlaştırma:

Standartlaştırma fonksiyonu, organize olma, düzenlilik ve temizlik sağlandığında ortaya çıkan durumdur. Standartlaştırmadaki amaç, organize olma, düzenlilik ve temizlik uygulaması ile elde edilen kazançlarda bir gerileme olmasını engellemek üzere bu üç aşamayı alışkanlık şekline dönüştürerek uygulamaların korunmasını sağlamaktır. Aksi halde, kısa sürede uygulama öncesine dönülür.

Disiplin:

5S'deki disiplin, uyarı ve cezalardan farklı olarak, doğru prosedürlerin sürekli olarak korunmasının bir davranış biçimi şekline dönüştürülmesi anlamına gelir. Önceki aşamaların kalıcılığı disiplin ile sağlanır. Disiplin ölçülebilir ve uygulanabilir bir teknik olmaktan ziyade, çalışanların davranış biçimleri ile kanıtlanan bir olgudur.

6 Mart 2010 Cumartesi

Yıkılan Mitler

James C. Collins ve Jerry I. Porras’ın kaleme aldığı “Kalıcı Olmak” adıyla dilimize çevrilen kitapta, iş hayatında yıkılan bir düzine mitten bahsediliyor. Bu 12 miti kavramak girişimciler, şirket sahipleri ve çalışanlar için kritik iş amaçlarına ulaşmada stratejik öneme sahiptir.

Mit 1: Büyük bir şirket kurmak için büyük fikirler gereklidir.

Gerçek: Yapılmış olan araştırmaların sonucuna göre bir şirkete büyük bir fikirle başlamak kötü bir fikir olabilir. Vizyoner şirketlerin çok azı büyük bir fikirle harekete geçmiştir. Bugün 3M adıyla bildiğimiz firma bir madencilik şirketi olarak işe başlamış ve başarısız olmuştur. Sony ilk kurulduğunda başarısız birkaç girişimde bulunmuş ve birkaç yıl şirket için ayakta kalabilmek bile çok zor olmuştur. Erken dönemli girişimci başarılar değil, uzun vadede ayakta kalabilme ve rekabet edebilme önemlidir.

Mit 2: Vizyoner şirketler, büyük ve karizmatik vizyoner liderlere ihtiyaç duyarlar.

Gerçek: Karizmatik, vizyoner bir lider vizyoner şirketler için kesinlikle gerekli değildir. Uzun vadede karizmatik liderlerin kurumlar için zararlı olduğu bile görülmüştür, çünkü kurum liderini kaybettikten sonra işler artık eskisi gibi yürümüyor. Oysa zamanı söylemek yerine saati yapan liderlerin olduğu kurumlarda kalıcılık sağlanıyor ve işleyen düzen aksamadan devam ediyor.

Mit 3: En başarılı şirketlerin ilk ve en önemli amacı maksimum kâr etmektir.

Gerçek: Vizyoner şirketlerde hissedarlara en yüksek faydayı sağlamak ya da kârı maksimum düzeye çıkarmak öncelikli amaç ya da dürtü olmamıştır. Vizyoner şirketler paranın birincil öncelikli olmadığı, önceliklerden sadece biri olduğu bir sizi amaçların peşindedirler. Kârı ararlar ama bunun ötesinde öz değerler ve esas ideoloji doğrultusunda yönlendirilirler. Buna rağmen vizyoner şirketler kâr güdülü şirketlerden daha fazla kazanırlar.

Mit 4: Vizyoner şirketler bir dizi ortak “doğru” öz değerlere sahiptirler.

Gerçek: Vizyoner şirket olmanın tek bir “doğru” öz değerler grubu yoktur. Gerçekte vizyoner olan iki firma farklı öz değerlere ve ideolojilere sahip olabilirler. En önemli değişken şirket ideolojisinin içeriği değil, ona ne derece inandığı ve ne derece tutarlı yaşadığı, soluduğu ve eylemlerinde ne derece tutarlı ifade ettiğidir. Vizyoner şirketler “neye değer vermeliyiz” diye sormazlar. “Tepeden tırnağa gerçekte neye değer veriyoruz” diye sorarlar.

Mit 5: Değişmeyen tek şey değişimdir.

Gerçek: Vizyoner şirket temel ideolojisini sıkı sıkıya korur. Değişim nadiren görülür ve moda akımlarla sürüklenip gitmezler. Bir vizyoner şirketin temel amacı gökyüzündeki bir yıldız gibi yüzyıllarca yol gösteren bir rehber olarak hizmet verebilmektir. Temel ideolojilerine sıkı sıkıya bağlı olmalarına rağmen vizyoner şirketler, öz değerlerinden ödün vermeden değişime ve adaptasyona olanak tanıyarak gelişim için güçlü bir ivme gösterir.

Mit 6: Kuvvetli ve sağlam şirketlerin hisse senetlerine oynamak güvenlidir.

Gerçek: Vizyoner şirketler tutucu görünseler de kendilerine inanılmaz hedefler koyarlar ve o hedefe ulaşmak için gereken herşeyi yaparlar. Cesaret kırıcı ve korkutucu hedefler olabilir bunlar, Boeing’in 707 serisi başarısızlığa uğrasaydı bugün Boeing diye bir firmanın varlığından haberdar olmayacaktık. Fakat bundaki heyecan ve zorluk, insanı içten içe ele geçirir ve dürtülerini ateşler. Boeing’in genel müdürüne 707 başarısızlığa uğrarsa naparsınız diye sorulduğunda verdiği cevap: “Neden daha hoş şeylerde konuşmuyoruz. Mesela nükleer savaş?”

Mit 7: Vizyoner şirketler herkes için çalışacak muhteşem yerlerdir.

Gerçek: Vizyoner şirketlerin temel ideolojisine ve öz değerlerine bağlı olanlar bu şirketleri çalışmak için mükemmel yerler olarak göreceklerdir. Oysa diğer taraftan bu kurum kültürünü yansıtmayan ve kendini o kurumun bir parçası olarak görmeyenler mutsuz olacaklardır. Vizyoner şirketlerde bunun ortası yoktur, ya o kuruma ait olur, onun bir parçası olursunuz, ya da silinip gidersiniz.

Mit 8: Çok başarılı firmalar en iyi ataklarını parlak, zor ve karmaşık stratejik planlarla yaparlar.

Gerçek: Vizyoner şirketler bazı ataklarını deneme-yanılma, tecrübe, ve hatta tesadüfen yaparlar. Çok karmaşık stratejik planları olmasından öte, net hedefleri vardır. General Electric’in girdiği pazarlarda bir ya da iki numara olma hedefini kendine koyması gibi. Ya da Post It’lerin çok güçlü bir yapıştırıcı üretmeye çalışırken başarısızlığa uğranması sonucu dünyanın en zayıf yapıştırıcısı olması gibi. 3M ise Post It’leri katma değer yaratan, ekonomik değer üreten bir ürüne dönüştürmüştür.

Mit 9: Şirketler köklü değişiklikleri başlatmak için dışarıdan genel müdür görevlendirmeliler.

Gerçek: Kitapta incelenen şirketlerin toplam 17 yüzyıllık yaşamında dışarıdan genel müdür görevlendirilmesi yapılan yalnızca dört örnek var. Vizyoner şirketler zamanla taze fikirlerin ve kayda değer değişikliklerin içerden gelemeyeceği yönündeki geleneksel önyargıyı da yerle bir etmişlerdir.

Mit 10: En başarılı şirketler öncelikle rakibi altetmeye odaklanmışlardır.

Gerçek: Viyoner şirketler öncelikle kendilerini altetmeye odaklanmışlardır. Rakipleri altetmek vizyoner şirketler için bir amaç değildir, ancak bu “yarın nasıl bugünden daha iyi olabiliriz?” sorusunu sürekli sormalarının ardından gelen bir sonuçtur. Ne kadar başarılı olsalar, ne kadar ilerde gitseler de asla yeterince iyi olduklarını düşünmezler.

Mit 11: Keki hem yiyip hem de elinizde tutamazsınız.

Gerçek: Vizyoner şirketler kendilerini “YA DA zorbalığı” ile gaddarlaştırmazlar. Ya A ya da B’ye sahip olabilirsin diye saf mantıksal bakışı kabul etmezler. İki şıktan biri arasında seçim yapmayı reddederler. Stabilite ya da gelişme, içten yetişmiş yöneticiler ya da köklü değişiklik, geleneksel köklü şirket kültürü ya da bireysel özerklik gibi... Tam tersine onlar “VE’deki deha”yı kucaklarlar. Hem A hem de B’nin peşinden gitmeyi tercih ederler.

Mit 12: Şirketleri vizyoner yapan herşeyden önce “vizyon düsturları”dır.

Gerçek: Vizyoner şirketler bugünkü büyüklüklerine çok fazla vizyoner beyanatlar yaparak ulaşmamışlardır. Günümüz yönetiminde popüler hale gelmiş vizyon, değerler, hedef, misyon veya ilham verici sloganlar, vizyoner şirketlerle özdeşleştirdiğimiz temel özelliklerin asla bitmeyen ifade edilmesi sürecindeki binlerce adımdan sadece biridir.

Vizyoner şirketlerin uyguladığı ve kitapta bahsedilen önemli olduğunu düşündüğüm iki kavram daha var: Pragmatik idealizm ve planlı fırsatçılık. Birinci kavram hedeflere ulaşırken bir yandan da geleceği düşünerek hareket etmeyi, ikincisi ise geleceği yakalamanın sürekli gelişimin bir sonucu olarak fırsatları iyi değerlendirmekle mümkün olduğunu öğretiyor bizlere... Fırsatların sevdiğim bir özelliği var, sizin kaçırdığınızı bir başkası yakalıyor! Ve gelecek bugün başlıyor!

Hakan TURGUT

4 Mart 2010 Perşembe

Öğrenen Organizasyonlar

İçinde bulunduğumuz çağda organizasyonların yoğun rekabet ortamında etkinliklerini korumaları ve sürekli olmaları rakiplerinden daha çok ve hızlı öğrenmelerine bağlıdır. Massachusetts Institute of Technology profesörlerinden Peter M. Senge’nin “Beşinci Disiplin” (The Fifth Discipline) adlı kitabıyla yönetim liteatürüne giren “Öğrenen Organizasyonlar” kavramının temelinde de bu anlayış vardır.

Keşif Yolculuğu

Günümüzün hızlı değişen koşullarında değişimin gerisinde kalmamanın ve karşılaştığımız sorunlar hakkında doğru kararlar verebilmenin yegane you keşfederek öğrenmedir. Bunu yaparken de bireyselliğin artık yeterli olmadığını, toplu halde öğrenmenin gerçekleştirilerek uzmanlık gruplarına göre tepkilerin verilmesi gerektiğini görüyoruz. İş başvurularında analitik düşünme becerisi her ne kadar klişeleşmiş bir yetkinlik olsa da, öğrenen organizasyonar kavramında bütünsel bir yaklaşım hakim. Çocukluğumuzdan itibaren aldığımız eğitim ve öğretim sorunlarımızı parçalara bölerek çözmeyi aşılıyor. Bu ise bizim sonuçta parçalara odaklanmamıza ve bütünü kaçırmamıza sebep oluyor, oysa bütün parçalardan farklıdır ve kendi içinde bir tutarlılığa sahiptir. Peter Senge’ye göre öğrenen organizasyon kavramının beş disiplini vardır:

· Sistem Düşünüşü

· Kişisel Ustalık

· Zihni Modeller

· Paylaşılan Vizyonun Oluşturulması

· Takım Halinde Öğrenme

Disiplinlerarası İlişkiler

Sistem düşüncesinin temelinde olayları bütünsel olarak ele alma ve akışa göre tepkilerimizi ayarlama vardır. Doğanın dengesini sağlayan unsurların birbirlerini etkilemesi gibi iş hayatında da verilen bir karar diğerini etkileyecektir. Bu etkilere umulmadık anlarda maruz kalmamanın yolu ise sistem düşünüşünün kollektif anlamda benimsenmesiyle mümkündür.

Kişisel ustalık disiplini ise bir konuda uzman olmaktan daha fazla anlam içeriyor. Bir organizasyonda bilgiye aç olan, değişik açılardan objektif olarak bilgiyi görebilme becerisine sahip kimseyi ifade ediyor. Çünkü bir organizasyonun öğrenme kapasitesi, o organizasyonda çalışanların kapasitesiyle sınırlıdır.

Zihinsel modeller zihnimizde yer etmiş genelleme, varsayım, önyargı ve sembollerdir. Biriyle etkileşim içine girdiğimizde ilk yaptığımız onu zihnimizdeki kalıplardan birine oturtmaktır. Bunu yapamadığımızda ise karşımızdaki kişinin bizim için pek önemi yoktur. Oysa iş dünyasına ve pazarda olup bitenlere baktığımızda sürekli bir değişim olduğunu gözlüyoruz. Bu değişim karşısında sahip olduğumuz kalıplarda diretmenin bize maliyetinin boyutları aklımıza gelmeyecek kadar fazla olabilir. 1970’lerde Royal Dutch/Shell firması yedi petrol şirketi arasında yesinci iken, 1980 petrol krizini pazarla ilgili varsayımlarını sorgulayarak öngörmüştür ve zirveye oturmuştur. Royal Dutch/Shell Şirketinin Planlama Bölümü Başkanı Arie De Geus değişen iş dünyasında uyumun, şirket yönetiminin zihni modellerini değiştirebildiği bir kurumsal öğrenme sürecine dayandığını söylemektedir.

Paylaşılan vizyonun oluşturulması, organizasyonun stratejik iş amaçları ve hedefleri doğrultusunda çalışanların da aynı fikri benimsemeleri ve bu amaçlara ulaşmak için çaba göstermeleridir. Bu durumda organizasyonda çalışan herkes kendi isteğiyle inandığı vizyon için çalışacaktır. Ne yazık ki birçok kurumda liderin sahip olduğu vizyon kişisel bir vizyon olmaktan öteye geçemez... 

Takım halinde öğrenme beşinci disiplindir. Bir takım oluşturulduğunda 1+1’in sonucu ya ikiden fazladır ya da ikiden az. Sonucun ikiden az olduğu durumlarda takım üyeleri bireyselliği tercih ediyorlar ve takım olamamışlar demektir. Sonuç ikiden fazla ise takım çalışmasından söz edilebilir, çünkü ancak o zaman kapasitenin gerçek anlamda değerlendirildiğini söyleyebiliriz. 

İnsanlar iki türlü sonuç elde etme yoluna giderler; bunlardan biri tartışma, diğeri diyalogdur. Tartışmada kişiler kendi fikirleri yanlış da olsa doğruluğunu ispat etmeye çalışırlar ve ortaya çıkan ürün birey olarak üretilebileceklerinden daha düşük standarttadır. Tartışmada bireyler karşılarındakinin bakış açısıyla olyı görmeyeçalışmazlar ve kendi fikirlerinin doğruluğu konusunda ısrarcı olurlar. Diyalogda ise bilgi akışı önemlidir ve bu bilgiler akıl ve mantık süzgecinden geçirildikten sonra tutucu olmamak kaydıyla doğruya ulaşmak esas amaçtır. Öğrenme grup halinde gerçekleştirilir, bireysel olarak değil... 

Özet olarak öğrenen organizasyon; kişilerin gerçekten arzu ettikleri sonuçları elde etmek için kapasitelerini sürekli olarak geliştirdikleri, yen,, sınırları zorlayan düşünce şekillerinin ortaya atıldığı; insanların sürekli biçimde beraber öğrenmeyi öğrendikleri organizasyonlardır.

Sözün Özü: Öğrenmek akıntıya karşı kürek çekmektir. Durduğun an geri gidersin. Benjamin Britten

Kaynak:

Hakan TURGUT

2 Mart 2010 Salı

Stratejik Yaklaşım

Strateji, piyasaların kalıplaşmış olduğu, sınırlarının belirli olduğu veya öyle kabul edildiği zamanlarda bile üzerinde net bir uzlaşmaya varılamayan bir kavram olmuştur. Doğal olarak piyasaların büyük bir değişim ve birleşim içinde olduğu, günümüzde de “Strateji Nedir?” sorusuna net bir cevap alabilmek imkansız gözükmektedir.

Net bir cevap alamamakla birlikte konu ile ilgili pek çok yaklaşım görülebilmektedir. Bu yaklaşımların içeriğine geçmeden önce, kuş bakışı olarak genel hatları ile Strateji’nin ilişki içinde bulunduğu kavramları ortaya koymakta fayda vardır. Bu noktada ön bilgi olarak sadece ilişkinin varlığından bahsedilebileceğini söyleyelim zira daha sonra anlatılacak olan diğer yaklaşımları birbirinden ayıran temel öğe söz konusu ilişkilere verdikleri değerler ve görevler olarak ortaya çıkacaktır.

Her ne kadar ilk kullanımı savaşlarda da olsa çalışmada incelenen strateji kavramı temel olarak firmalar ile ilgilidir. Bu ilişki ise davranış belirleme ve dolayısı ile karar verme süreçleri ile ilişkilidir. Konu firma davranışları olduğundan dolayı doğal olarak strateji firma yönetimiyle de ilişkili olacaktır, tüm bunlarla birlikte stratejinin ilişkide olduğu en soyut kavram olarak yaratıcılık söylenebilir.

Amacın kar etmek olduğu piyasalarda en önemli olgu doğal olarak rekabettir, bu anlamda stratejinin rekabet kavramıyla da çok ilgili olduğu açıktır. Rekabetin kaynağı piyasalar olduğundan Strateji piyasa ile de ilişkilendirilebilir.

Stratejik Planlama dönemlerinde, genel olarak Strateji kavramı “Plan" veya bir "Kalıp” olarak düşünülmekteydi. Bu görüş daha çok firma yönetimine dayalı olup, bir uzun dönem planlama ve/veya belirli bir kalıp için de tutarlılıkla hareket etmekti. Bu anlayışta piyasa durumları veri olarak alınır ve planlamalar yapılır, mukabilinde durumsal olarak planlarda düzeltmeler yapılır.

Strateji dünyasının en önemli ismi sayılabilecek Michael Porter, 80’lerde stratejiyi “Pozisyon” olarak gören bir anlayış ortaya atmıştı. Bu anlayış firma ve piyasalar ile ilgilidir. Pozisyon olarak anlatılmak istenen firmanın piyasalardaki durumudur. Bu strateji anlayışı müşterinin ürüne ulaştığı noktayı esas olarak inceler. Firma açısından gelişmeyi ise diğer piyasalarda arar.

Perspektif olarak strateji ise ürünün müşteriye ulaşdığı noktadan çok firmanın kendi içinde stratejik araştırmalar yapar. Buna karşın piyasanın yapısında farklılık yaratarak rekabet yapmayı benimsemiştir.

Günümüzde ise Devrim olarak strateji anlayışı geliştirilmiştir. Bu anlayış piyasalar ile ilgili tüm kuralları ve sınırları yeniden gözden geçirerek yeni arzlar ortaya koyan bir anlayıştır. Temelde müşterinin henüz farkında olmadığı ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler, bunu yaparken ise var olan kuralları olabildiğine değiştirir.

Bahsettiğimiz yaklaşımların temel farklılıkları özetlenirse; Planlama olarak strateji anlayışında firma davranışı dışında hiç birşeyin değişmeyeceği düşüncesi mevcuttur, Pozisyon olarak stratejide ise ürün farklılaştırmaya dayalı bir rekabet anlayışı varken, Perspektif anlayışta piyasa kurallarında küçük evrimler yapılarak farklılaşma hedeflenmektedir. Bugün gelinen noktada ise piyasa sınırları dahil tüm sınırlar devrimsel bir anlayış ile yıkılmakta ve yeni kurallar oluşturan Devrim olarak strateji anlayışı gelişmektedir.

Strateji literatüründe tüm bu gelişmeler strateji ile ilgili iki temel kavram çerçevesinde gelişmektedir. Bu kavramlar “Stratejik Planlama" ve "Stratejik Düşünce” kavramlarıdır. Stratejik Planlama temel olarak geleceğin bugün gibi olacağı varsayımından yola çıkarak geleceği planlamayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Stratejik Planlamanın ilk modelleri stratejinin seçimi ve uygulanması ile ilgili ayrıntılı bilgiler içerirken “strateji”nin kendisi ve oluşturulması ile ilgili bir çalışma göstermemiştir. Bunun eksikliğinin farkedilmesi sonucu geliştirilen Stratejik Planlama modelleri ise dar bir bakış açısı ile şirketlere rijit stratejiler sunmuşlardır. Bu modellerin temel eğilimi ise şirketin düşünmesine fırsat vermeden bir strateji oluşturmaktır.

Stratejik Planlamanın bu genel yaklaşımı belirli bir dönem için geçerli olsa da gelişmeler sonucu başarısız kalmıştır. Bununla birlikte Stratejik Planlamanın düşünmeyi engelleyici yapısı büyük tepki toplamış ve “Stratejik Düşünce” kavramı ortaya çıkmıştır. Stratejik düşüncenin temelinde stratejinin esasında bir düşünme ve yaratıcılık süreci olduğu yatmaktadır. Ancak stratejik planlama ve stratejik düşünme kavramlarının arasındaki bu zıt kutuplaşma aslında genel bakış eksikliğinin bir ürünüdür.

Genel olarak bakılırsa bu iki kavramın da çalışma alanı stratejidir ve her ne kadar strateji düşünürleri tarafından beğenilmese de stratejik planlama ve bu yaklaşımın hataları stratejik düşünce kavramını doğurmuş ve geliştirmiştir.

28 Şubat 2010 Pazar

Süreç Yönetimi İyileştirme

Süreç, bir girdiyle başlayan (iç veya dış müşteriden gelen bir talep, bilgi veya hammadde) ve bu girdiye katma değer katılarak belirli bir çıktı üreten birbiriyle bağlantılı adımlar, işlemler dizisidir.

Giderek küreselleşen ve rekabetin her alanda çok yoğun olduğu dünyamızda, müşteri memnuniyetini sağlamanın ve sadık müşteriler yaratmanın önemi herkesce bilinmektedir.Müşteriye sunulan her mal veya hizmet bir sürecin çıktısı olduğuna göre, bu ürün veya hizmeti müşteri istek ve beklentilerine uygun ve firma için az maliyetli şekilde çalıştırmak için, süreci incelemek gerekmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’da başlayan ‘KAİZEN’ (sürekli iyileştirme) kavramıyla başlayan ve giderek dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşmaya başlayan ‘kalite’ çalışmalarının özünde bugün, süreç mantığı vardır. Toplam Kalite EFQM Mükemmellik modeline göre bir sistem kurmak veya son yıllarda popülerlik kazanan CRM – Müşteri İlişkileri Yönetimi’ne geçmek isteyen veya ISO 9000 belgesi almak isteyen firmalar için Süreç Yönetimi hayatidir. ISO 9000 standardının 1994 versiyonunda yer almayan ‘süreç yönetimi, süreç göstergelerinin izlenmesi ve sürekli iyileştirme’ kavramları ISO 9000 :2000 revizyonunda artık yer almaktadır.

Ancak, bir firmanın süreç yönetimine başlaması ve sürekli iyileştirme çalışmalarını benimsemesi için mutlaka ISO 9000, Toplam Kalite veya CRM çalışmaları içinde olması gerekmemektedir.

Süreç-odaklılık, bir firmada, genel müdür ve üst yönetimin kararı, kararlılığı ve kaynak ayırması olmadan gerçekleşemez. Ayrıca süreç-odaklılık firmada kültür değişimi gerektirir; çünkü işler alışılagelenden biraz veya çok daha farklı biçimde yapılmaya başlanacaktır:

    Süreçlere atanmış “sahip”ler (süreç sahibi = process owner) sorumlu oldukları süreci sürekli izleyerek denetim altında tutacaklar ve hedeflenenden sapma veya aksamalar gördüklerinde veya müşteri beklentileri değiştiğinde, iyileştirme ekipleri kurarak iyileştirme çalışmalarını başlatacaklardır.

    İyileştirme ekiplerini her zaman süreç sahibinin farkedip oluşturması şart değildir. Çalışanların farkettikleri bir sorunu veya değiştirilmesi daha verimli olacak bir adım veya işlemi düzeltmek üzere gönüllü olarak birkaç kişi bir araya gelmeleri, sürekli gelişme için önemlidir ve bunu özendirecek sistem ve araçlar oluşturulmalıdır; iyi yönetilen bir Öneri Sisteminin kurulması, öneri sayısının performans değerlendirmesinde dikkate alınması, Toplam Kalite ve/veya Süreç Yönetimi için tüm çalışanların katılımı esastır.

    Çalışanların süreci hızlı çalıştırabilmek (örneğin müşteri isteklerine başkasına sormadan hızlı yanıt verebilmeleri için yetkelendirilmiş (‘empowered’) olmaları önemlidir.

    Süreç performansını izlemek için ölçümleme sistemi oluşturulacak ve ölçümlerdeki sapmalar incelenecektir.

SÜREÇ YÖNETİMİ NE DEĞİLDİR?

Süreç yönetimi ve süreç iyileştirme bir kerede yapılıp bitirilecek bir proje değildir. Yukarda da bahsedildiği gibi ‘sürekli iyileştirme’ kavramı süreç yönetiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, firmada Süreç İyileştirme düşünülüyorsa bunun tek seferlik bir çalışma olmadığı, firmadaki herkesin katılımını gerektiren ve devamlılık arzeden bir çalışma, ya da bir çalışma biçimi olduğu hatırlanmalıdır.

Süreç İyileştirme bazı firmalarda çalışanlara ne yapılmak istendiğinin tam olarak ve şeffaflıkla anlatılmaması durumunda çalışanlarda, ‘eleman azaltmaya’ gidildiği yolunda bir endişe ve iyileştirme çalışmalarına katılmada kararsızlık, hatta direnç oluşturabilir. Süreç İyileştirme, eleman azaltma çalışması değildir. Ancak , verimsiz iş ve adımlar azaltıldıkça görev tanımları değişebilir ya da yeni görevlere gereksinim duyulabilir. Bu da çalışanların görevlerinde değişiklikler olabileceği anlamına gelecektir. Bu konular, süreç odaklılığa geçme kararı çalışanlara duyurulurken anlatılmalıdır. Eleman azaltılması kaçınılmaz olarak gündeme gelecekse, bu kişiler için ne gibi mekanizmalar yaratılacağı baştan düşünülmelidir.

SÜREÇ YÖNETİMİN GETİRİLERİ:

Süreç yönetimi, müşteriye odaklanmayı sağlar. Organizasyonlar dikey olarak oluşturulmuş, hiyerarşik yapılardır. Süreçler ise genellikle birden fazla departmandan kişilerin katılımıyla çalışan yatay bir oluşumdur. Sadece bir departman içinde başlayıp biten süreçler de olmakla beraber, süreçler – özellikle firmanın ana süreçleri – fonksiyonlar arasıdır. Dikey organizasyonlar üzerinde, başı, sonu, adımları, departmandan departmana geçişleri net olarak tarif ve dokümante edilmemiş yatay süreçler çalıştığında ve süreçte yer alan her bir departman sadece kendi yaptığı kısımdan sorumlu olduğu; yani sürecin tümünü izleyen, gözleyen, denetleyen birinin (süreç sahibi) olmadığı durumlarda, süreçlerde aksamalar olması son derece doğaldır ve olmaktadır. Ve çoğu kez asıl önemli olanın müşteriye hizmet olduğu gözden kaçırılır.

Çok temel süreç sorunları: mükerrer veya hatalı veya katma değeri olmayan işlerin yapılması, çevrim ve/ya işlem zamanının uzaması, hatalı çıktılar, vb. gibidir. Bunlar, müşteri memnuniyetsizliği yaratır. Bu da giderek azalan gelir, kar ve pazar payıdır (orta ve uzun vadede).

Süreçlerin iyi yönetilmesi bu aksamaları engeller. Çünkü amaç, süreçlerin etkili (‘effective’ – beklentiyi karşılayan, doğru) ve verimli (‘efficient’ – maliyeti düşük) çalışmasını sağlamaktır.

Ayrıca, süreç bazında çalışma, çalışanların fikir ve önerilerine gereksinim duyduğundan,çalışanlar fikir ve önerilerine değer verilmesi nedeniyle daha motive çalışırlar ve işlerini benimserler.

Bu yönetim tarzı, geleneksel Taylor yönetim modelinde olduğu gibi bir aksama olduğunda kişileri sorumlu tutmamaktadır. Bu yaklaşıma göre, aksaklıkların (gecikme, hata, vb) nedeni süreçler veya sistemlerdir. (Gerçekten de bir kuruluşta veya havalanında kuyrukta geçirdiğiniz uzun süre, oradaki memurun yavaş çalışması yüzünden değil, sürecin tasarımından dolayıdır).
İnsana önem veren bu yönetim biçiminde kişiler gerekli eğitimleri alarak kendilerini geliştirme veya becerilerine, daha uygun görevlere gelme olanağına sahiptirler. Bunlar,şirkete bağlılığı artıran unsurlardır.

Diğer getiriler: açıkca tanımlanmış beklenti ve hedefler, basitleştirilmiş prosedürler, açık, net iş tanımları, bireysel otoritenin artması, beceri gelişimidir.

SÜREÇ YÖNETİMİNE GEÇME KONUSUNDA ÜST YÖNETİM KARARLILIĞI VARSA ŞU ADIMLAR İZLENMELİDİR:

1.GM ve üst yönetime, İş Süreçlerinin Yönetimi ve İyileştirilmeleri konusunda eğitim verilmesi.

2.Üst yönetimin bir araya gelerek firmanın ana süreçlerini, bu süreçlerin sahiplerini ve öncelikle ele alınacak süreçleri belirlemesi ve ele alınacak süreçler için Süreç İyileştirme Ekiplerini oluşturması (Aynı anda en fazla iki sürecin ele alınması uygun olur).

3.GM’in tüm firmaya uygun iletişim yollarıyla “süreç-odaklı” çalışmaya başlandığını, sürecin ne olduğunu , firmanın süreçlerini, süreç sahiplerini, öncelikle iyileştirilecek süreçler için oluşturulmuş iyileştirme ekiplerini duyurması; süreç-odaklılığın güncel bir yönetim biçimi olduğunu ve süreç iyileştirmenin şirket verimliliğini artırmaya yönelik olduğunu ve her bir çalışanın katkısının beklendiğini vurgulaması.

4.Firma içinden bu projeyi yönetecek bir Proje Lideri’nin görevlendirilmesi.

5.Proje Lideri ve İyileştirme ekiplerinin İş Süreçleri Yönetimi ve İyileştirilmeleri eğitimi almaları.

6.Ekiplerin çalışmaları boyunca danışabilecekleri, çalışmanın çıktılarını denetleyecek bir danışmanla anlaşılması – firmada bu görevi yürütecek birikime sahip bir kişi yoksa.

7.Proje Lideri ve Danışmanın proje planını oluşturması ve ekiplerin çalışmaya başlaması.

METODOLOJİ

Literatürde değişik sayıda adımlar içeren BPM / BPI (Business Process Management / Business Process Improvement) metodolojileri mevcuttur ancak bunlar incelendiğinde hepsinin aynı veya benzer adımları içerdiği görülür.

0. Süreçlerin saptanması, sahiplerin atanması, iyileştirilecek süreçlere karar verilmesi.

1. Ekiplerin oluşturulması - sürecin mevcut durumunun saptanması.

2. Sorunların kökenlerinin tespiti - iyileştirme seçeneklerini belirleme – seçenekler arasında seçim yapma.

3.İyileştirmenin uygulanması.

 

Filiz Eyüboğlu

26 Şubat 2010 Cuma

Stratejik Yönetim Tarihi

Bir şirket sahibi olabilirsiniz. Ya da bir şirkette yönetici, ya da sadece bir çalışan. Belki de bunların hiç birisi değil, bir öğrenci ya da akademisyensiniz. Ancak mutlaka görmüşsünüzdür. Çeşitli dergilerde, gazetelerde zaman zaman danışmanlık şirketlerinin, özel kurumların ya da üniversitelerin verdikleri ilanlarda “yönetim danışmanlığı” başlığı altında toplam kalite, yalın yönetim, kıyaslama, değişim mühendisliği, yetki devri vb. maddeler bulunur.

İşte bu yazıda, yukarıda bir kısmını saydığımız kavramlarda boy gösteren ve günümüzde kurumsal yaşamları gittikçe derinden etkilemeye başlayan stratejik yönetim anlayışının –kısaca- tarihsel gelişiminden ve bu çerçevede topluma vermek istediği mesajlardan bahsedeceğiz. Böylece, aslında insanoğlunun var olduğundan bu yana süregelen sosyo-ekonomik ve teknolojik gelişiminin her zaman perde arkasında bulunmuş olan yönetim metodlarını da anlamaya çalışacağız.

Kaçınılmaz bir şekilde 18.yy ortalarından başlamak zorundayız. Çünkü bu tarih, o zamana kadar kullanılan tarım ve üretim yöntemlerinin, bir takım teknolojik buluşlarla değişmeye başlamasına denk gelir. Teknolojik açıdan 1765’te James Watt’ın yeni bir enerji kaynağı olan buhar makinesini bulması, ekonomi bilimi açısından 1776’da Adam Smith’in “Milletlerin Serveti” adlı kitabını yazması, sosyo-politik açıdan 1789’daki Fransız Devrimi ve ardından sanayi devrimi, teknolojik ve toplumsal açıdan değişimin kilometre taşları olmuşlardır.

Bu aşamada değişik düşünürler, değişik açılardan yaklaşarak kronolojik sınıflandırmalara gitmişlerdir. Örneğin A. Toffler sınıflandırmasını, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş olarak üç ayrı dalgada yapmıştır. Toffler’a göre birinci dalgada tarım toplumu, ikinci dalgada sanayi toplumu, üçüncü dalgada ise bilgi toplumu bulunmaktadır.

Drucker ise daha erken bir başlangıç yaparak 19.yy’dan sonrasını üç ayrı dönemde incelemektedir. Drucker’a göre sanayi devrimi çağı 1920’lerde sona ermiş, ardından verimlilik çağı başlamıştır. 1980’lerde ise bilgi çağı başlamıştır.

Her iki düşünürde de ortak nokta olarak bilgi toplumu-bilgi çağı kavramını görebiliriz. Bilgi toplumu-bilgi çağı, stratejik yönetim anlayışının, gereksinimler üzerine net bir şekilde biçimlenmeye başladığı bir aşamadır.

Bilgi çağı kavramını oluşturan unsurlara tekrar geri dönmek üzere, bu aşamaya gelinceye kadar neler olduğunu incelemeye devam edelim. 19.yy’dan 20. yy’a geçerken sanayi toplumunun gelişmiş tarım topluluklarının mirası üzerine kurulduğunu gördük. Ancak sanayi toplulukları beraberlerinde sosyal bütünleşme sorunlarını getirmiştir. Sosyal devlet ve refah toplumu reçeteleri ile bu sorunlar iyileştirilmeye çalışılırken, refah toplumu-tüketim toplumu aşamalarına gelinmiştir. Bugün ise, 20.yy’dan 21.yy’a geçerken, bilgi toplumlarının sanayi toplumlarının üzerine kurulduğunu görmekteyiz.

YÖNETİMİN TARİHÇESİ

Konuya işletme yönetimi (mikro açıdan) yaklaşırsak, bilimsel olarak 1900’lü yıllarda başlayan stratejik yönetim güzergahında üç ana kilometre taşı bulunur:

1.Klasik dönem: Taylor, Fayol, Weber, vb. uygulamacı ve düşünürlerin temsil ettiği 1900’lerdeki klasik yaklaşıma göre üretkenlik ön plandadır ve insanlar makinenin birer parçasıdırlar.

2.Neoklasik dönem: 1930’larda Howthorne, Argris, Maslow’un temsil ettiği neoklasik yaklaşıma göre ise sosyal davranışlar, teknoloji ve çevre koşulları birlikte senkronize edilmeye çalışılmalıdır. Bu dönemi, bir önceki dönemin insan-makine anlayışına tepki olarak değerlendirebiliriz.

3.Modern dönem: 1960’larda ortaya çıkan modern yaklaşımlarda ise teknolojik gelişmeler ve teknoloji üzerinde elde edilen hakimiyet ile insan faktörü giderek önem kazanmış ve stratejik yönetim anlayışı ön plana çıkmıştır. 1950’li yıllardan bu döneme uzanan Douglas Mc. Gregor’un X(otokratik yönetici)-Y(demokratik yönetici) teorisi geniş yankı bulmuştur. Ardından her iki modelin bir bileşkesi olan 1960’ların Yönetim Grid modeli gelmektedir. Diğer önemli aşamalar olarak, Drucker’ın “Hedeflerle Yönetim”ini, 1965’lerde Ansoft’un “Şirket Stratejisi”ni, 1970’lerde Tom Peters’ın “In Search of Excellence” adlı kitabını, 1980 ve 1990’larda ise Toplam Kalite Yönetimini sayabiliriz. Bir başka bakış açısı bize, 1960’lı yılların pazarlamayı, 1970’li yılların stratejik yönetim anlayışını, 1980’li yılların ise katılımcı yönetim ve toplam kalite anlayışını temsil ettiğini söylemektedir.

Tüm bu dönemlerin sonucunda ortaya çıkan anlayışa göre -yönetimin bilim ya da meslekten ziyade bir uygulama olduğu uyarısını yapan Drucker’ın söylediklerini de dikkate alarak- stratejik yönetim için, içinde bulunduğumuz durumu, koşulları ve çevreyi en iyi şekilde analiz edip, yarını şekillendirebilmek ve ona hakim olabilmek için bugünden yapılması gerekenleri planlamak ve uygulamaya sokmaktır diyebiliriz.

Şimdi klasik, neoklasik ve modern yaklaşımları derinlemesine incelemek ve aralarındaki geçiş noktalarını dikkatle tesbit etmek zorundayız:

TAYLOR VE FORD

Yüzyılın başlarındaki sanayi devrimi ile ortaya çıkan ve “bilimsel yönetim” diye adlandırılan sistemler uzun yıllar üretimde etkili olmuşlardır. Bugün bile birçok işyerinde Taylor metodlarının uygulandığını görebiliriz. Taylor dönemi öncesinde üretim kişiye özel olarak yapılırdı. Taylor, maliyeti yüksek olan bu üretim sistemine tepki olarak 1913 yılında “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı kitabını yayınladı. Taylor, iş planlamasını işçilerin ve nezaretçilerin elinden alıp, endüstri mühendisliğine vererek, bilimsel yönetimin öncülüğünü yaptı. Henry Ford montaj hattında Taylor’ın ilkelerini ve hareketli montaj hattını uygulayarak düşük maliyetli seri üretime geçti ve büyük başarı kazandı. 1973 petrol krizine kadar tüm dünyada ekonomik açıdan hızlı bir büyüme süreci yaşandı. Taylor ilkeleri uyarınca, birim maliyetlerin üretim miktarını artırarak düşürüldüğü kitle üretimi yöntemleri, bu zamana kadar yeterli olmayı başardı. Ancak tezgah başında çalışanların karar verme yetkisini gittikçe kısıtlayan bu sistem zamanla, iş tatmininin azalmasına, verimin düşmesine, büyüyen ve kontrol edilemeyen bir bürokrasiye neden oldu. Öte yandan birbirinden farkılaşan müşteri isteklerine de yanıt veremez duruma geldi. Özellikle 1970’lerden sonra pazarlama dünyası, üretim dünyasını da etkilemeye başladı. Bireyler kitle üretimine tepki olarak, birbirinden farklı özellikte ürün isteklerinde bulunmaya başladılar. Değişim bu sefer, ısmarlama ve seri üretim yönünde oldu.

TAM ZAMANINDA ÜRETİM SİSTEMLERİ (TZÜ)

1973 yılında dünya ekonomisi durgunluk dönemine girdiğinde Taylor sistemlerinin belirgin başarısızlığına karşın, Japonya kaynaklı Tam Zamanında Üretim-TZÜ (Just In Time- JIT) sistemi kendisini göstermeye başlamış ve kalabalık bir taraftar kitlesi edinmiştir. TZÜ kavramı, gerekli parçaların, gerekli miktarlarda, gerekli kalite düzeyinde, gerekli olduğu zaman ve gerekli olduğu yerde üretilmesi şeklinde açıklanmaktadır. TZÜ sistemi Taylor sistemine iki temel noktada karşı çıkmıştır. Bunlardan birincisi, üretim maliyetlerini azaltmak için başvurulan seri üretimin, ürün çeşitliliğini azalttığı olgusudur. İkincisi ise üretim maliyetlerini azaltmanın en akılcı yolunun, işletme içinde israfa neden olan unsurların yok edilmesi olduğudur. Bu aşamada Toplam Kalite Yönetimi-TKY ise, TZÜ’in bir alt kademesi (araç) olarak algılanmaktadır. TKY, TZÜ’in karşı çıktığı ve israf noktaları olan kalitesizlik için sıfır hata, stok için ise sıfır stok kavramlarını (idealler çağı) önermiştir.

TZÜ sistemlerinin, personel yönetimi ve organizasyon yapısı üzerinde de etkileri olmuştur. Klasik kitle üretiminde bürokratik-hiyerarşik kontrol yapısının var oluş nedeni, “insanlar tembeldir, kontrol edilmelidir” anlayışıdır. Oysa TZÜ sistemine göre “insanlar kendilerine üstlerinden daha yüksek standartlar koyar” anlayışı geçerlidir. Personel başına verimlilik, günlük ortalama envanter süresi, kıdeme değil ancak bilgi-yetenek-değere göre terfi, net aktiflerin karlılığı vb. performans ölçüleri de TZÜ sistemine göre yeniden şekillenmiştir. TZÜ sistemi üretimi, ekip çalışması zorunluluğu, katı değil esnek uzmanlaşma, kalite kontrolun anında gerçekleştirilmesi şeklinde, satınalmayı ise bir kerede satınalınan miktarlarda azalma, satın alma sıklığında artış şeklinde etkilemiştir.

TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ (TKY)

TZÜ gibi spesifik bir platformun aracı olmaktan çıkıp, geniş kitlelere hitap edebilir olmak, TKY için önemli bir şans olmuştur. Ancak batı toplumları, Japon insanının karakteristiğine özgü TKY’ni birebir uygulamaya sokmanın zorluğunu görmüştür.

Böylece Taylor modeli ile Japon insanının karakteristiklerine uygun gelişen TKY modeli arasında bir yönetim tipi geliştirerek kendi özgün TKY’lerini yaratmıştır. Bu yeni sistemde kollektif karar alma ve bireysel sorumluluk özellikleri vardır.

TKY’nin beslendiği en önemli kaynak kalite çalışmalarıdır. Vitrinlere yeni çıkmasına rağmen, köklerini bu konuda var olan en eski çalışmalara kadar dayandırmıştır. “Bir inşaat ustasının inşa ettiği bir ev, ustanın yetersizliği nedeniyle yıkılır ve ev sahibi ölürse, o usta da öldürülecektir” diyen İÖ 2150’deki Hammurabi yasaları, bu konuda verilen iyi bir örnektir. Kronolojik sırada sayarsak, 13. yy’daki çıraklık ve esnaf loncaları, 1800’lerdeki ustalık çalışmaları, 1900-1940’lar arası muayene çalışmaları, 1940-1970’ler arası prosesin kontrolu çalışmaları, 1970-1980’ler arası prosesin tasarımı çalışmaları, 1980’lerden sonra ise ürünün tasarımı çalışmalarında hep kaliteden bahsedilmektedir. Kalitenin organizasyonlarda yer almaya başlaması özellikle Henry Ford’un ürün kalitesine değil, sayısına (skor) odaklanan montaj hattı anlayışına tepki ile başladı. Bu tarz üretim anlayışının doğal sonucu olarak kaliteden ödün veriliyordu. Muayene çalışmalarını ve organizasyonları takiben, 1924 yılında İstatistiksel Kalite Kontrol uygulamaları ortaya çıktı. Kurumsallaşma başladı. 1946’da Amerikan Kalite Kontrol Derneği kuruldu. 1950’lerde savaşın yaralarını sarmak isteyen Japonya, Deming’in öncülüğünde başlattığı kalite çalışmalarıyla dünyanın dikkatini çekti. 1951 yılında Feigenbaum, “Toplam Kalite Kontrol” adlı kitabını yayınlandı. Bu durum, o zamana kadar “düzeltmeye yönelik” olan kalite çalışmalarına, “önlemeye yönelik” yeni bir bakış açısı kazandırıyordu. 1970 ve 80’li yıllarda ise kalite, işletmelerin ve hizmet kuruluşlarının tüm fonksiyonlarına kadar girdi.

TKY aslında, hedefi kaliteyi yönetmek olan, kapsamlı ve toplam işletme planıdır. Ancak TKY bu tanıma varıncaya kadar, zaman içerisinde değişen gereksinimlere göre değişik tanımlara da sahip oldu. Bu tanımlar belli bir gelişim sırası içerisinde şöyle sayılabilir: Kalite muayene, kalite kontrol (önleme ve istatistik), kalite güvence (önleme, belgelendirme, ISO 9000), Toplam Kalite Yönetimi (yaşam biçimi, katılımcılık, müşteri odaklılık, sürekli gelişim, sorun çözme, süreç geliştirme, yetki devri).

TKY, uygulandığı kuruluşların organizasyon yapılarını da etkilemiştir: Kalite yönetimi başlığı altında, kalite denetimi, kalite mühendisliği, kalite kontrol, kalite iyileştirme fonksiyonlarına rastlamaktayız.

TKY uygulamalarından, günümüzde proje yönetimi, kıyaslama gibi çok sayıda ve daha spesifik uygulamalara geçen en önemli yetenek, sürekli ve sonsuz iyileştirme çevrimidir. Buna Deming çevrimi de denilir ve dört aşamadan oluşur (PYDKİ).

1-Planla

2-Yap

3-Kontrol et

4-Düzelt-iyileştir

5S

Üretim yönetiminde farklı bir sistem olarak, Japonya kaynaklı 5S sistemini de aşağıdaki şekilde kısaca ele alabiliriz.

BENCHMARKING (KIYASLAMA)

Kıyaslama, konusunda en iyi olmak amacıyla, kendi süreçleriyle aynı ya da benzer nitelikte olan, firma içinde ya da dışındaki süreçleri, önceden belirlenmiş bir prosedüre göre inceleyen, o süreçlerdeki uygulamalardan ders almaya çalışan ve bunu kesintisiz olarak yapan bir uygulamadır.

Kıyaslamanın temelinde, kıyaslama yapılacak süreçlerin ve kuruluşun bulunması yatar. İdeal olan kıyaslama, sınıfında en iyileri sayılan firmaların süreçlerini nasıl uyguladıklarını öğrenip, içeride de uygulamaktır. Burada dikkat edilecek nokta, firmaların süreçlerini “neden ve ne kadar ” uyguladıklarını değil, “nasıl” uyguladıklarını incelemektir.

RIGHTSIZING

Rightsizing, yani doğru büyüklüğe erişerek şirket iyileştirme metodlarında, bir görüşe göre en sık yapılan yanlış, doğru büyüklükten küçülmenin anlaşılmasıdır. Nitekim downsizing (küçülerek şirket iyileştirme) yani personel sayısında azaltma, bu politikalar doğrultusunda yapılan yönetim uygulamalarındandır. 1973’lerde Schumacher tarafından dile getirilen bu uygulamaların en önemli örneği General Electric’tir. Öte yandan 1980-1990’larda rightsizing politikası kapsamında uygulanan outsourcing, yani ikincil önemdeki işlerin işletme dışından gerçekleştirilmesi çalışmaları da unutulmamalıdır.

Aynı kapsamda benzer bir yönetim uygulaması olarak yalın düşünceyi de verebiliriz. Yalın düşünce giderek daha az emek, ekipman, zaman ve alan harcayarak daha verimli üretim yapmayı amaçlar. 1990’larda aynı kavramın türevi olarak yalın yönetim ele alınmıştır. Amaç az sayıda yönetici ile esnek ve dinamik bir yapıya kavuşmaktır. Yalın yönetimin beş boyutu vardır:

1.Geleceği öngörmek (planlama yapmak).

2.Çevresel faktörlere karşı duyarlılık.

3.Global yaklaşım (şirketi ve çevreyi bütün olarak görmek).

4.Dinamik yaklaşım (tüm kaynakları kullanmak).

5.Tutumluluk (israfı önlemek).

DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ

1990’larda literatüre giren Değişim mühendisliğine (James Champy ve Michael Hammer) göre yapılması gereken, bölümler ya da organizasyonlar üzerinde değil, temel iş süreçlerinin yeniden düzenlenmesi yönünde yoğunlaşmaktır. Maliyet, kalite, hizmet ve hız gibi çağımızın önemli performans göstergelerinde çarpıcı gelişmeler kaydetmek amacıyla kullanılacak yöntem, eski kitle üretimi dönemindeki bilgilerin unutulup, işin şu anda, en iyi ve nasıl yapılacağını öğrenmektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sürecin “nasıl” yapılacağı sorusunun, süreç hakkındaki “ne” ve “neden” sorularından daha ön plana çıkmamasına gayret etmektir. Gerekirse süreçlerin yeniden düzenlenmesi (süreçlerin revizyonu, iptali yada yeni süreçlerin ortaya çıkarılması) bu yönetim anlayışının temelidir.

PORTER ANALİZİ

Giderek pazarlama stratejilerinin baskıları altında biçim değiştirmeye başlayan yönetim dünyasının ünlü stratejistlerinden M.Porter, 1985’lerde Porter analizi adıyla bilinen modelinde bir işletmenin rekabet avantajını belirleyen 5 etken saptamaktadır:

1.Rekabetin şiddeti (mevcut rakiplerinin gücü).

2.Tedarikçilerin gücü (tedarikçilerinin gücü).

3.Müşterilerin gücü (müşterilerinin gücü).

4.Piyasaya yeni girişler (potansiyel rakiplerinin gücü).

5.İkame ürünler (ürün veya hizmetinizin başka bir şekilde verilmesi ihtimali).

Ancak Intel başarısının mimarı olan Andrew S. Grove, bunlara bir altıncısını da eklemektedir: Tamamlayıcıların (müşterilerin tamamlayıcı ürünler aldıkları diğer işletmeler) etkisi (Otomobillere benzin, bilgisayarlara yazılım vb.). Grove aynı zamanda yönetim dünyasına “stratejik dönüş noktası” kavramını da getirerek, değişimin gittikçe hızlandığı ve geleceğin belirsizleştiği bir dünyada, stratejik yükseliş ve çöküşlerin de haberini vermektedir.

BALANCED SCORECARD (BS)

Balanced Scorecard-BS kendisinden önce gelen tüm yönetim akımlarından beslenerek 1990’lı yıllarda ortaya çıkan ve kaynaklarından daha radikal görüşlere sahip stratejik bir yönetim anlayışıdır. Yaratıcıları Kaplan ve Norton’a göre BS’ın amacı, kısa ve uzun dönemli amaçları, finansal olan ve olmayan, şirket içi ve dışı, performans ve sonuç göstergeleri arasındaki ilişkiyi, neden-sonuç hiyerarşisi içerisinde dengeli bir şekilde şirket stratejisine yansıtmaktır.

BS şirket yönetimini aşağıdaki dört boyutta inceler:

1.Finansal boyut (işletme geliri, sermayenin karlılık oranı, maliyetin düşürülmesi…)

2.Müşteri boyutu (müşteri tatmini, yeni müşteri kazanma, müşteri talep adedi…)

3.Şirket içi işlemler boyutu (yenileme, operasyonlar, satış sonrası hizmet süreçleri kapsamındaki göstergeler)

4.Öğrenme ve gelişme boyutu (çalışanlara yeni yetenekler kazandırmak, bilgi teknolojisi ve sistemlerini geliştirmek, personelin tatmini…)

BS, stratejiyi boyutlar arasında neden-sonuç ilişkisini kullanarak açıklar. Örneğin finansal boyutta karı artırmak bir sonuçtur. Bu sonuca müşteri boyutundaki müşteri sadakati ile varılır. Müşteri sadakati bir sonuçtur, bu sonuca şirket içi yöntemler boyutundaki operasyon sürelerinin düşürülmesi ile varılır. Operasyon sürelerinin düşürülmesi bir sonuçtur, bu sonuca ise öğrenme ve gelişme boyutundaki personelin tatmini ile varılır.

SONUÇ

Tabi ki hepsi bu kadar değil! Örneğin “ Competing for the Future” kitabı ile tanınan yönetim gurularından Hamel ve Prahalad’a göre, değişen dünyada yöneticiler artık belirsizlik içerisinde yaşamaya alışmalılar. Yöneticiler teknolojiyi çok iyi anlayıp, ittifak ve ortaklık kurma yönünde becerilere sahip olmalılar. Hamel ayrıca temel yetkinlikler (core competencies) kavramı üzerine odaklanmayı sürdürüyor ve her kurumun kendi temel yetkinliklerini müşteri yararı, rakiplerden farklılaştırma ve başka alanlara uygulanabilirliğe göre saptaması gerektiğini söylüyor. Öte yandan “Leading the Revolution” adlı kitabıyla rekabeti ve rekabette öne geçmenin koşullarını ele alıyor. “Learning organization” yaklaşımı ile tanınan Peter Senge ise, bugün değişimi sürekli kılmanın zorunluluğuna inanıyor. Değişim mühendisliğinin öldüğünü öne sürenlere karşı, değişimin fikir babalarından James Champy ise (diğeri Michael Hammer ), dijital devrim eşiğinde değişimin artık zorunlu hale geldiğini ısrarla vurguluyor. Champy, Nitin Nohria ile birlikte yazdığı “The Arc of Ambition” adlı kitabı ile yöneticilerin hırsı ile başarının ilişkisini irdeliyor. Procter & Gamble’ın başkan yardımcılarından John O’Keeffe ise “Business Beyond The Box” adlı kitabındaki “aykırı düşünme” metodu ile değişime destek veriyor. Yeni teknoloji ışığında rekabet stratejisti Porter rekabeti, pazarlama konusunda önemli bir isim olan Philip Kotler ise pazarlamayı ve müşteriyi tekrardan inceliyorlar. Ülkemizde ise, kurumsal bazdaki çalışmalara örnek olarak, 1991 yılından bu yana etkinlik gösteren Kalder (Kalite Derneği) verilebilir. Kalder bünyesindeki Toplam Kalite Yönetimi, Müşteri Memnuniyeti, Öğrenen Organizasyonlar, Benchmarking gibi uzmanlık gruplarının çalışmaları stratejik yönetim açısından incelenmesi gereken çalışmalardır.

 

Kaynak: Computer Life Dergisi